20 Mart 2014 Perşembe

FETHİYE - ÖLÜDENİZ

FETHİYE - ÖLÜDENİZ

Marmaris'ten çıkıp SEDİR ADASINDA umduğumuzu bulamadıktan sonra FETHİYE ÖLÜDENİZ'e doğru yola çıktık. Yolda adını hatırlayamadığım tarihi tabelalar gördük kilometrelerce gittik gittik ama bir türlü sonuca ulaşamadım, yol bitti geri dönmek zorunda kaldım. Dağlar arasında giderken yakıtımın bitmek üzere olduğunu fark ettim kuş uçmaz kervan geçmez yerde kalıcam diye kısa bir tedirginlik yaşadıktan sonra Total karşıma çıktı o tozlu yollarda aracım leş gibi olduğundan bir güzel yıkattırıp yakıtımı aldıktan sonra FETHİYE'ye doğru yola devam ettim. Biz yola devam ederken kayınpederim arayıp nerede olduğumuzu sordu. Fethiye yolunda olduğumuzu söyleyince kalacak yer için tanıdık olduğunu söyledi. Burada Özcan abi adındaki kişi ile bağlantı kurup kalacağımız oteli ayarladık.



Otel villa tarzındaydı ve 1 villada 6 daire vardı. Özcan abi sağolsun havuzu gören yeni yaptırmış olduğu odayı bize verdi.


Otele yerleştikten sonra küçük bir şehir turu yapalım diye dışarı çıkıp AMİNTAS MEZARLIĞI adındaki yere geldik. Dev kayalıklara o mezarları nasıl yapmışlar akıl sır ermiyor doğrusu...


Detaylar yakından daha güzel gözüküyordu.


Bu ilginç yerin ardından hayatımda çok daha ilginç olarak yer tutacak bir yer buldum ; KAYAKÖY HAYALET ŞEHRİ. Yolu düşenlerin mutlaka görmesi, tarih ile ilgilenenlerin mutlaka araştırması gereken bir yer olduğunu düşünüyorum. Dağın yamacında 100'lerce harabe şeklinde terk edilmiş evler yıkık dökük etrafa saçılmış taşları vardı.


İsminden de anlaşılacağı gibi HAYALET ŞEHRİ gerçekten korku filmi çekmek için ideal bir yer. Fazla sessiz, ürkütücü ama yinede güzeldi.


Karnımız acıktığı için lokantada güzel bir yemeğin ardından otelimize döndük. Otelin büyük geniş çardağında herkes sanki birbirini yıllardır tanıyormuş gibi koyu bir sohbet vardı. Bizi hiç yabancı görmediler, hemen gruba dahil olduk. Biraz sohbetin ardından kalan kişilerle halı saha organizasyonu olduğu söylediler beni de çağırdılar. Kısa bir yolculuğun ardından halı sahaya ulaştık uzun süredir top oynamamanın vermiş olduğu yorgunlukla çok yoruldum. Maçı merak edenler için 9-9 bitti gol atmadım ama 3 tane attırdım  maçın ardından tekrar otele dönüp çardakta muhabbet sohbet benim pilim bittiği için odama çekildim...



       Akşamın yorgunluğu halen üzerimdeyken otelden arkadaş olduğumuz bir çift ile Ölüdeniz'in yolunu tuttuk. Bizimle gelen çift daha önce gittiğinden çok pahalı bir yer olduğunu söyledi. Bizde McDonald's tan ufak tefek bir şeyler alarak araca yerleştirdik. İçeri girince ne demek istediklerini daha iyi anladım... Plaj girişi 20 şezlong ve şemsiye 21 TL toplamda denize girmek için sadece biz 41 TL ödedik. 4 kişilik bir yer bulduktan sonra ilk olarak daha önce aldığım şişme botu uzun uğraşlar sonucunda şişirip ilk seferimizi yaptık.




Bu arkadaşla bir süre açıldıktan sonra kıyıda beni bekleyen Çiğdemciğim ile tekrardan açıldık. Birlikte kıyıdan açılıp tertemiz berrak denizin resimlerini çektik.


Karaya dönüp biraz yüzdükten sonra aldığımız yiyecekleri yiyip tekrar bot ile tek başıma daha uzaklara açılıp doğanın muhteşem güzelliklerini kameraya aldım. Botu şişirmesi kadar indirmesi de zahmetli olduğu için biraz onla uğraşıp toparlandık. Otele geldikten bir süre sonra (gece 23:00 sularında) tekrar acıktığımız için dışarı çıktık. Biraz atıştırdıktan sonra oteldeki akşam kutlamalarında eğlenip uyuduk... Yani uzun lafın kısası bütün günü ÖLÜDENİZ'de yedik :)

Tatilimizin 6. gününü de yedikten sonra 7. günün sabahı kalkıp rotamızda bulunan SAKLIKENT, TLOSS ve YAKAPARK'a doğru yola çıktık.


İlk olarak yol güzergahımızda TLOSS ve YAKAPARK olduğu için öncelikle oraları ziyaret ettik. TLOSS bir antik kent köy yollarından gittikten sonra eski medeniyetlerin kayalar üzerine yapmış olduğu mezarlık ve oymacılığı görüp resimledik. Buranın daha yukarısında bulunan YAKAPARK'a geçtik.


Buranın namını kaldığım otelde bir kaç kişiden duymuştum. Küçük bir alabalık havuzu var içinde 5 dk durabilene istediği içeceği, 15 dk durabilene istediği yiyecek ve içeceği bedava veriyorlardı. Bu yüzden şortumu alarak hazırlıklı gittim.


Fakat oraya varınca şortumu boşuna aldığımı anladım değil 5 dk sadece 22 saniye zor durdum. Su o kadar soğuk ki normal birisinin durması imkansız! 22.saniyede bana ne mi oldu? Ayaklarımı hissetmemeye ve soğuktan acımaya başladı. Bu maceradan vazgeçtikten sonra ağaçların serinliklerine kurulmuş hamak ve yemek için yapılan büyüklü küçüklü yere oturmalı teraslarında biraz atıştırdık.


El yapımı şelalelerinde fotoğraflar çekildikten sonra daha çok merak ettiğim SAKLIKENT'e doğru yola çıktık. Saklıkent şöyle özetlenebilir : Daha öncede yazdığım gibi insanın ölmeden görmesi gereken yerlerden birisi olarak görüyorum. Koskoca 2 dağ arasını yaran akarsu o kadar güzel yollar açmış ki kendine, böyle bir doğal güzellik olamaz. Giriş kişi başı 5 TL fakat öğrenci olursan 2.5TLydi. İşte o an öğrenci olduğumuzu anladım :) Eşim açık öğretime devam ederken bende Mersin Üniversitesi öğrencisiydim. Arabamız yakın olduğundan gidip öğrenci kimlik kartlarını alarak 10 TL yerine 5 TL ye geçiş yaptık.



Dağ yamacına yapay olarak yapılmış balkon yollardan geçerek Saklıkent'in içine doğru 
iki dağı yarmış halata tutunup, beline kadar suya girdiğimiz gerçek girişine ulaştık.

Buraya Yakapark'tan geldiğini tahmin ettiğim ayrı küçük ama bir o kadar da yoğun bir şelale vardı ki su yine buz gibiydi. Bir kaç saniyeliğine de olsa gülme takliti yaparak resim çektirdim. Çünkü ayaklarım ve dizlerim soğuktan acımaya başlamıştı.




Eşimin halata tutunup geçemeyeceğini söyleyince onu bir çok bekleyen gibi orada bırakmak zorunda kaldım. Kanyondan karşıya geçebilmek için çelik halata tutunarak o buz gibi suya girmem gerekiyordu. Karşıya geçtikten sonra yukarıdan akan su o kadar sıcaktı ki, Saklıkent'e bir kez daha hayran oldum. Bir yanım buz gibi, diğer yanım sıcacık oldu. Yaklaşık 30 dk boyunca kanyon içinde ilerledim. Geçtiğim bazı yerler gökyüzünü dahi göremeyecek kadar dardı. Bir yerlerden atlayıp zıplayarak geçmem gereken engebeli yolları vardı fakat ilerleye bildiğim kadar ilerledim bu doğa harikası kanyonda...


Gittiğim yerlerde insanlar yavaş yavaş azalıyordu. Karşıma gelen boyum uzunluğundaki kayadan tırmanıp geçmem gerekiyordu fakat tırmanamadığımdan geri dönmek zorunda kaldım.


Kanyon içinde konuştuğum birinden kanyonun uzunluğunun 18 KM olduğunu öğrenince o yolun sonunun olmadığını anladım :) Artık ne kadar doğrudur bilmiyorum ama başka birisinin oranın sonunu gördüğüne dair bir bilgi aldım, küçük bir şelalesi olduğundan bahsediyordu. Yaklaşık 30 dk boyunca tekrar geldiğim yoldan geri yürüyerek kanyonun başına geldim. Yürürken bol bol resim çekmeyi ihmal etmedim tabi.


Geri döndükten sonra akarsuyun üzerine kurulmuş kafelerde mola vermek istedik fakat daha gezeceğimiz yerlere vakit kalması için bu fikrimizi daha sonraya erteledik.


Sanırım burada insan yaşlanmaz...


Burdan ayrıldıktan sonra 1 km ileride başka bir şelale olduğuna dair yol tabelası gördüm. zig zaglı ve merdivenli bir yoldan aşağı inerek yerin dibine girdik :) Eşimin ısrarla hayır ben gelemem dediği o yerleri zorla geçtik. Bir kaç yüz metre ileride şelaleye ulaşıp bir kaç fotoğraf çekildikten sonra tekrar geri dönüş yoluna girdik.


Yolda eşimin canı meyve çektiğinden bir köylü pazarından biraz meyve aldık. Adam eşim hamile olduğu için fazla fazla meyve verip sadece 5 tl almış (o sırada ben marketten su almaya gitmiştim) bunu duyunca adama cebimdeki bozuklukları uzun uğraş sonucunda verdim. Adamın canı sıkılmış bizimle sohbete daldı. Yarın öbür gün kalacak yeriniz yoksa buradaki 50 hanenin 45 i sizi evine davet eder diye söyledi. Sonra adananın meşhur Bici Bici içeceğinden ısmarlamaya çalıştı fakat buradaki adı KAR ŞERBETİ diye geçiyormuş. KARın içine pekmez koyup karıştırıyor ve hazır ! kar ı kendileri dolapta falan hazırlıyorlar diye sanıyordum fakat TOROS DAĞLARINA çıkıp her mevsim bulunan kar ı toplayıpta yaptıklarını ögrendim. Adam kendi kartını verdi bir daha yolun düşerse mutlaka beklerim diye, bende kendi kartımı verdim yolun düşerse mutlaka İstanbul'a beklerim diye. Atatürk boşuna dememiş köylü milletin efendisidir diye... Artık otelimize dönüş yolundaydık. Yolda gelirken sollu sağlı onlarca kişinin gözleme yaptığını gördük. Bir çok kişi gözleme 3 TL diye yazmış, biraz ileride 2 TL'ye düştü ve en sonunda da 1 TL... 1 TL'ye gözleme mi olur ya diyerek 3 TL'lik olan bir yere geçtik adam evinin önüne çardaklar kurup geçimini sağlıyordu. Çardakların birine geçip gözlememizi yedikten sonra yola devam ettik.

Otele doğru giderken yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kaplumbağa gördüm. Aracımı durdurup ezilmesin diye geçmek istediği yolun karşısına koydum.


Otele vardıktan sonra günün yorgunluğu için kendimi havuza attım. Bütün günün yorgunluğunu böyle çıkarttım.


Havanın kararmasına yakın otelde kalan kişilerden birinin doğum günü olduğunu öğrendik pasta ve kolalarımızı yedikten sonra havuz basında her telden çalan müzik eşliğinde dans ettik.

Artık oranın maskotu haline gelen ve kaldığımız villa tarzındaki evlerden birisini komple satın alan İngiliz vatandaşı NORMAN ve eşi o gece gövde gösterisi yaptı. Adam 58 yaşında ve her seferinde hayatımdaki her şeyi eğlence için yaparım diye cümlesine başlıyordu. Bütün millet oturuyor o tutup kaldırıyor adamın enerjisine hayran kaldık. Gece böyle eğlenceli bir şekilde devam edip durdu. Ertesi gün yola çıkacağımız için bir süre sonra odamıza geri döndük eşyalarımızı toplayıp uyuduk. Kalktığımızda KAŞ'a mı gidelim yoksa İSTANBUL'a mı dönelim diye düşünürken son bir kez Fethiye'nin düz caddelerini gezip sahil kenarında güzel bir kahvaltı yaptık.
Gitmeyi çok istediğim fakat vaktim olmadığı için gidemediğim ŞOVALYE ADASI'na yakın bir yerden resimler çekip saat 13:30 sularında İstanbul'a dönüşü başlattık... Fethiye'den kavurucu sıcakla çıkarken Kütahya civarlarında selle karşılaştık. Sağanak şeklinde yağan yağmura arabanın silecekleri bile yetmedi. Yaz yağmuru dedikleri bu olsa gerek. Bir dinlenme tesisine girip yağmurun biraz dinmesini bekledik. Gece 22:30 gibi çok şükür sağ sağlim evimize döndük... Şimdi işin yoksa 1 sene bekle de bir daha böyle muhteşem bir tatil yap ! 

FETHİYE - ÖLÜDENİZ

0 yorum:

Yorum Gönder