19 Ekim 2014 Pazar

KAPADOKYA (Avanos-Zelve-Göreme-Ürgüp-Uçhisar-Derinkuyu)



KAPADOKYA

Sabahın ilk saatlerinde Ankara'da ki Grand 52 otelde güzel bir kahvaltının ardından Kapadokya'ya doğru yola koyulduk. Askerdeyken acemi birliğim Ankara Mamak'tı. Kısa bir süre kaldığımdan nerede ne olduğunu bilmiyordum. Ankara'dan Avanos'a doğru giderken askerlik zamanımda bir kaç saatliğine görev için geldiğim askeriyeyi gördüm. Nasılda geçmiş zaman bir zamanlar buralarda askerken şimdi tatil için aynı yoldan geçiyordum. Yolda giderken madem güne nostalji ile başladık müziklerimiz de nostalji olsun dedim. Yol boyunca daha önceden hazırladığım müzikleri dinlemeye başladık. Hani yeni nesil bilmez ama yaşıtlarım mutlaka bilirler bu şarkıları. Bir kaç tanesini yazıyorum.


Sertap Erener - Mecbursun ( http://www.youtube.com/watch?v=ObETvJFGsmA )
Harun Kolçak - Vermem Seni ( http://www.youtube.com/watch?v=9qsxPw2OlDA )
Oya Bora - Ara Beni ( http://www.youtube.com/watch?v=TumQEH_WCMc )
Sibel Alaş-Firarım Ben ( http://www.youtube.com/watch?v=RROZs38gj10 )
Şuan aklıma gelenler bunlar. Eskilerin hepsi güzel fakat Harun Kolçak'ın çoğu şarkısını hala severek dinlerim... Bu kadar nostalji yeter :) Kilometrelerce yol gittikten sonra ilk olarak yol üzerinde gördüğümüz Hacı Bektaş Veli türbesine doğru gittim. Kısa bir yolculuğun ardından arabamı park ederek türbeye doğru yürüdük. Öğrendiğim kadarıyla önceden giriş ücretsizmiş fakat şuan 5 TL alınıyordu. Acaba içeride ne var diyerekten girdim türbeye.


İçeride manasını anlamadığım odalar vardı. Bu odalardaki duvar bilgilerinde cem nasıl yapılır gibilerinden bilgiler veriliyordu. Her kültürü görmek öğrenmek için girdiğim türbe içinde çoğu kişi çok hislenmiş olacak ki göz yaşlarını tutamıyordu. İçeride bir başka odanın manzarası şu şekildeydi :


Dışarıda akan sudan dolduruyordu millet. Bende bir komşumuzu hatırlayaraktan herkesin bidon bidon aldığı sudan bir pet şişeye doldurarak kendisine hediye etmek için getirdim. Buradan ayrılarak esas hedefimiz olan KAPADOKYA'ya doğru tekrardan yola çıktık. Kısa bir süre sonra GÜLŞEHRİ karşıladı bizi. Kapadokya'nın başladığı yermiş burası.


Bu taş yapıları gördükten kısa bir süre sonra yol kenarlarında büyüklü küçüklü Kapadokya'ya geldiğimizi gösteren taş yapıları gördük.


...Ve işte sonunda ilk hedefimiz olan AVANOS'a ulaştık. Hep TV programlarından ve Kapadokya belgesellerinden gördüğüm çömlek yapan Avanoslu heykelinin yanındaydım. Her gelenin yaptığı gibi güzel bir anı olsun diye resim çektirdim bende.


Az ilerde Avanos'un meydanına yakın bir yerde yapılan bu çömleklerin satıldığı ve sergilendiği yer altı çarşılarını gördük. Hemen her sokakta ve köşede vardı bu yeraltı dükkanlarından. Dükkan üzerinde dikkatimi çeken bir kelime vardı "CHEZ". Resimde sadece CHEZ GALİP gözüküyor ama her dükkan üzerinde Chez Ahmet, Chez Mehmet yazılarını görüyordum. Oranın bir esnafına sordum ne demek bu CHEZ diye. Yer-Mekan demek oluyormuş yani Galip'in Yeri/Mekanı manasında.



Karşımıza ilk gelen yer altı çarşısına girerek el işçiliğinin mükemmel süslerle doruklara ulaştığı hediyelikler gördük. Hepsi iç içe o kadar güzel gözüküyordu ki.


Neticede hemen hepsinin ham maddesi çamurdu. Esnafla sohbetimizden Kızılırmak'tan gelen çamur ile yapıldığını öğrendim bu hediyelik eşyaların. İçerisi rengarenk olduğundan hemen herşeyi tutmaya çalıştı küçük meleğimiz Defne :)


Bazı yerleri öyle rahat dolaşamıyorsunuz. Bir çok yerde eğilerek diğer odalara geçiliyor ve oradaki farklı bir hediyelik eşya grubu gözüküyor.


Burasıda bir nevi mağaraydı. Eğile eğile sürekli oda değiştirdik ve birisinde DİLEK MAĞARASI tabelasını görünce yolumuza devam ettik. Dilek mağarası kuru bir ağacın dallarında herkesin hayattan istediği bir şeyi bir kağıt, peçete veya mendile yazarak ağaca astığı bir yerdi.


Herkesten neyimiz eksik, bizde yaptık tabi ki ve ağacın bir dalına asıverdik.


İnternetten araştırmalarım sonucunda Guinness Rekorlar Kitabına girmiş SAÇ MÜZESİ'ni görme fırsatımız oldu. Gerçekten internetten okuduğum kadar ilginç bir yer miydi merakla içeri doğru girdik.


Yanımızdaki görevli tam resim çekeceğim sırada beni engelleyerek resim çekmenin yasak olduğunu söyledi. Altta yayınladığım resim internetten ama birebir aynısı olduğuna emin olabilirsiniz.


Neden yasak olduğunu sordum Müze sahibi yakından bakarsam herkesin şahsi bilgileri, telefon ve mail adresleri olduğunu bu sebepten güvenlik açısından sakıncalı olur diyince adama hak verdim. Buraya gelen herkes saçından bir tutam kopartarak üzerinde bir kağıt yapıştıp asıyordu. Kimisi vesikalık fotoğraflarını bile koymuştu. Her sene buradan rastgele bir kaç kişiye telefon veya mail ile ulaşarak 1 haftalık kapadokya tatili hediye edildiğini öğrendim. Biz içerideyken gelen hemen her turist O MY GOD (Aman Tanrım) diyerek içeri girmesi yüzümüzde tebessüm bırakmıştı. Onlarda bizim gibi şaşkındı bu ilginç müze karşısında. Resim çekemeden buradan ayrıldık. Hemen yan dükkanda çömleklerin yapıldığı ayak ile çevrilen mekanizmalar gördük.



Gerçi sanırım bu bir süredir kullanılmıyor daha sonra gezdiğim yerlerde bunları hep elektrikli yaptıklarını gördüm. Çömlekçilerde modern hayata ayak uydurmuşlardı. Yeni yapılan çömlek makinaları artık elektrikliymiş. Dedim ya bir sürü çömlek yapan dükkan var diye birinden çıkıp diğerine giriyoruz sürekli. Tam da girdiğimiz dükkanda bu abi canlı canlı çömlek yapıyordu. Bize baya bilgi verdi. Hem çömlekler hakkında hemde gezilecek yerler hakkında.


Üstü başı çamurdu kirliydi ama yinede çok mutluydu. Severek yapıyordu bu işi belli. Birde belirtmeden geçemeyeceğim bir konu var girdiğim her dükkandan memnun ayrıldım. Hediyelik almayacağız sadece bakıcam desem dahi o kadar ilgilenip o kadar detaylı anlattılar ki herşeyi Avanoslu çömlekçiler bizden büyük bir alkışı haketti. Özellikle çömlek başındaki bu abinin sohbeti çok hoşumuza gitmişti. "Bir daha nerde bulacaksın burayı" diyerek beni de çömlek yapımına davet etti.


Bütün bu koşuşturma doğal olarak bizi acıktırmıştı. Yol üzerinde ilk gördüğümüz ZELVE RESTORANT'a giderek hemen siparişimizi verdik. Biz köfte porsiyon söyledik ve oturduğumuz masaya servis açılırken önümüze koyulan servis kağıdında TESTİ KEBABInı denediniz mi diye yazıyordu. Yeni lezzetler denemek hep hoşuma gider fakat siparişi vermiştim. Yorulduğumuzdan ayağa kalkıp siparişi değiştirmeyi düşünmedim.Yediğimiz köfte gerçekten çok lezzetliydi. Köfte yanında verilen mezeler ve buraya özgü tırnak ekmeği de aynı şekilde lezzetliydi. Hemen yan masamızdaki kişiler Testi kebabını demek istediler ve bir süre sonra o ilginç kebabı görme fırsatımız oldu. Testi kebabının sunuluşu bir çömlek içine koyulup ağzı çamurla kapatılan, içinde doğranmış et, domates, sarımsak, sivri biber, tereyağı, tuz ve karabiber bulunan bir yemekti.


Yemeğimizi yedikten sonra restorantın girişindeki resimler dikkatimi çekti ve buraya bir çok ünlü kişinin gelerek bu kebabı tattığını öğrendik. Resimlerdeki ilk 2 kişi TARKAN ve MUSTAFA CECELİ. Bir çok dizi ve filmden gördüğüm kişilerde burayı ziyaret etmiş o an anladım ki sıradan bir restorantta değiliz :) 



Hesabı ödemek için kasaya gittim ve yediklerimiz 40 TL tuttu. Restoranttan dışarı çıkarak buzdolabım için magnet aldım ve hemen aşağısında bulunan Türkiye'nin En Uzun ASMA KÖPRÜSÜ'ne doğru yürüdük. Onlarca kişi aynı anda yürüdüğünden köprüden karşıdan karşıya geçmek çoğu zaman imkansız hale gelebiliyordu. Ben kendim bizzat yarısına kadar gidip geri döndüğümü biliyorum ki gerçekten köprü çok sallanıyordu.



Avanos'u yeterince keşfettikten sonra buradan Zelve'ye doğru yola koyulduk. Hemen yolun kenarında Kapadokya'nın olmazsa olmazı havalanmaya hazır 2 balon gördük. 


Kısa bir uğraştan sonra balonun içi yeterince gaz dolduktan sonra süzüle süzüle havalanmaya başladı. Az önce yanımızda olan insanlar nokta kadar bile değildi artık. Oradaki balon görevlisine bu zevki yaşamanın fiyatını sorduğumda 150 € olduğunu öğrendim. Yani 450 Türk Lirası üstelik 1 kişi için .Eşimle binsem 900 TL yapcak ki benim 4-5 günlük tatil param belki de. Hem fiyatının çokluğu hem de yanımızda prenses bebeğimiz Defnemin olması sebebiyle bu maceradan vazgeçtik. Pazarlık yapılarak 250 TL'ye kadar indikleri oluyormuş ama o bile çok geldi bana yaklaşık 1 saatlik bu tur için.



Yolumuzda devam ederken birden dümdüz olan yeme içme mekanı ve hediyelik eşya satıcılarıyla dolu bir yere geldik. Yol yorgunu aracımı uygun bir yere park ederek artık Kapadokya'nın simgesi olan peri bacalarını daha yakından görme fırsatımız oldu.


Hemen fotoğraf makinesine sarılarak bu ilginç oluşumun fotoğraflarını çekmeye başladım. Arkalardan kalkan balonlarda fotoğrafa ayrı bir güzellik katıyordu.



Peri bacalarının içinde ilerlerken arka tarafı göremiyorduk ama sürekli balonların birinin havalanıp kalktığını gördüğümüz bir yer vardı.


Peri bacalarını sanırım en iyi bu fotoğraf anlatıcak. Böyle bir yapı nasıl oluşmuş olabilir fikri olan var mı? Resmen taş alınıp o çıkıntının üstüne koyulmuş gibi değil mi?


Yolumuza devam ederken havalanmaya hazır bir kaç balon daha gördük.


Avanos'ta çömlek yaparken konuştuğumuz abi konaklamak için en uygun yerin GÖREME olduğu söylediğinden yavaş yavaş oraya doğru gidiyorduk. Bizler GÖREME'ye yaklaştıkça havada uçan balon sayısınında epey arttığını gördük. Baksanıza havada balon yağmuru var :)

Nihayet hedefimiz olan GÖREME'ye ulaştığımızda MAĞARA-TAŞ otellerde konaklamak istedik. Onlarca bu tip oteller gördük. Kimisinin fiyatları çok uçuk olsada her bütçeye göre yer bulmak mümkün.


Peri Cave Otel'de boş yer bulduk. Fakat daha iyisi olabilir mi diye araştırmalarıma devam ettim. Arabayı bir köşeye çekip eşim ve kızımız Defne'yi bırakarak teker teker otelleri sormaya devam ettim. Kime gittiysem dolu dedi. Hatta en son gittiğim oteldeki görevli "Abi Peri Cave Otel'de dolmadan koş bence Göreme full dolu yer bulamazsın" diyerek beni korkuttu. Bende aldığım olumsuz cevaplardan dolayı oraya yerleşmeye gittim. Yani öyle bir zamanda gitmişim ki biz tam otel sahibine eşyalarımızla geldiğimiz sırada birisi telefonla arayarak yer var mı diye soruyordu. Biz tutmaya geldik abi diyerek telefonu kapattırdım. Saniyelerle belkide dışarıda kalmaktan kurtulduk :))) Resmi biraz titretmiş olsamda otelimizi kahvaltı dahil 2 kişi 100 TL'ye Tuttuk.


İçimde bir gezgin ruhu var ki World Travel Channel'da ki Aslıhan Kanmaz'ın sunduğu NAOS (Nerde Akşam Orda Sabah) programındaki gibi hissettim kendimi. Hiç bir yere rezervasyon yaptırmadan doyasıya gezmek ve yorulduğumuz yerde konaklamanın tadı bir başka oluyor... Gece ilerleyen saatlerde ne yaptıysak Defne'yi uyutamadık. Saat gece yarısı 1 civarında otelden dışarı çıkıp Defne'yi arabasıyla biraz dolaştırıp uyumasını sağladık ve kısa bir süre sonra tekrar otele dönüp uyumaya çekildik...


Güzel bir güne uyanmak dileğiyle sabah otelimizin bahçesinde açık büfe kahvaltı yaptık. Çayına ne koydularsa tadı çok hoşuma gitti 3 bardak çay içtim. Kahvaltının ardından aklımızda olan ve görmek istediğimiz yerler için yine erkenden yola koyulduk. Kaldığımız otelin hemen üzerindeki yamaçta insanların yürüdüğünü görmüştüm önceki gün. Oradan manzaranın güzel olduğunu tahmin etmek zor olmadı. O yamaca doğru giderken ara yollarda çok güzel taştan mağara oteller gördük.


Kısa bir yolculuğun ardından aracımız ile ulaşabileceğimiz son noktaya kadar çıkıp geri kalanını yürüyerek tamamladık. Daha yukarı çıkacak yolumuz vardı fakat aracımı park ettiğim yerden de manzara kendini belli ediyordu.


En üst noktadan manzara görülmeye değerdi.


Yapılaşma gerçekten çok ilginçti. Bu taş yığınlarının içleri oyularak insanlar hayatlarını burada sürdürmüşler. Yerin altında doğru olan yerleri ise soğuk hava deposu olarak kullanan kişilerin olduğunu öğrendim. Çıktığımız tepenin her tarafı manzara ile dolu olduğundan Defnemle bir poz vereyim dedim fakat o güneş gözlüklerimle oynamayı daha çok sevdi.


Tepenin bir diğer tarafındaki manzarada çok güzeldi. Yine bir mağara otel manzarasıyla karşı karşıyaydık.


Bizler manzaraya bakarken Japon olduklarını öğrendiğim turistler ile kısa bir sohbetimiz oldu. Onlarında bizimki gibi bebekleri vardı. Nasıl buraları ve Türkiye'yi sevdiniz mi diye sordum. Çok beğendiklerini söylediler. İstanbul'dan geldiğimizi söyledim orada da bulunduklarını ve sevdiklerini söylediler.


Bu güzel sohbetin ardından bugün ki hedeflerimizden olan ÜRGÜP'e doğru yola çıktık. Yol üzerinde SAKLI KİLİSE tabelasını görünce durup görmek istedim.


Eşim ve kızımı arabada bırakıp bakmaya gittim. Çünkü küçük bir yokuştan yürümek gerekiyordu. Kilise yine o zamanın şartlarına göre artık görmeye alıştığımız Kapadokya evlerinden ibaretti.Daha önce TV'den İçinde hristiyanlığı simgeleyen resimler olduğunu görmüştüm. İçeriye doğru giderken pekte hoş olmayan bir sürü başı boş köpek görünce geri dönmek zorunda kaldım.(Köpeklerle aram pek iyi değilde)


Hemen buranın yanında yine çömlek işi yapılan bir atölye vardı. Atölye önünde her dalında nazar boncuğu olan bu ağaç çok dikkatimizi çekti.


Arabamıza binerek yolumuza devam ettik. Yine daha önceki araştırmalarımdan GÖREME AÇIK HAVA MÜZESİ'ne doğru gittim. Böyle yerlerin yakınlarına araba park edip karşılığında 5 TL vermek huyum olmadığından aracımı biraz daha uzağa bırakıp yürümeyi tercih ettim. Girişi epey kalabalıktı. Giriş biletinin kişi başı 20 TL olduğunu görünce vazgeçtim. Çünkü artık görmeye alıştığımız kapadokya evlerinden olduğunu biliyordum. Bu vermediğim 20x2=40 TL'yi yine araştırmalarım sonucunda gitmek istediğim DERİNKUYU YER ALTI ŞEHRİ için ayırmıştım. Nitekim yeryüzünün güzelliklerini gördük fakat yeraltından haberimiz yoktu. Yinede GÖREME AÇIK HAVA MÜZESİ önünden bir fotoğraf çekerek oradan ayrıldık.


Halen ÜRGÜP yolundaydık. Kısa bir yolculuğun ardından herkesin durup resim çektirdiği Kapadokya'nın simgesi PERİ BACALARI'nda bizlerde bir fotoğraf çektirdik. Bizim için sadece bir fotoğraf ama o taşlar sanki insan eliyle o tepelere konmuş gibi gözüküyordu. Fakat bunun doğal yollarla olduğunu bildiğimiz için bu kadar dikkat çekiciydi.



Artık hedefimiz olan ÜRGÜP'e geldik. Büyük bir saat kulesi ve tepesindeki küçük bir kale ile karşıladı bizi ÜRGÜP. Meydanının küçük bir yer olduğunu gördük. Kısa bir gezi ile etrafı keşfettik. Yukarıdaki yere yorulduğumuz için çıkmak istemedik.



Meydanın hemen solunda YER GÖK AŞK dizisinin çevrildiği HANCIOĞLU KONAĞI'na gittik. Giriş 3TL'ydi. Ben diziyi pek bilmiyorum fakat Eşim Çiğdem takip ettiğinden içeri girdik. Zaten konağın duvarlarında dizi oyuncularının resimleri de mevcuttu.


Konak 2 katlıydı fakat dizideki kadar geniş olmadığını söyledi eşim. Kamera açıları ile daha büyük bir yermiş gibi gösteriliyor sanırım.


Eşim bir pozum olsun dedi bende kırmadan çektim.


Üst katta da dizi oyuncularının resimleri vardı hemen her odada.


Konağı dolaştıktan sonra dışarı çıktığımda kırmızı bir araba üzerinde YILANLARIN ÖCÜ ÇEKİM ARACI yazan bir araba gördüm. Yakında bu dizinin çekimleri de bu konakta olacakmış. Hatta filmin yönetmeni de oradaydı. Ben dizileri bilmediğimden yorum yapmadım fakat eşim yönetmenden küçük bilgiler aldı.


Aslında ÜRGÜP'te konaklamak istemiştik fakat çok büyük bir yer olmadığını görünce yolumuza devam ettik. Elimdeki gezi listeme göre sırada UÇHİSAR KALESİ vardı. Kısa bir yolcuğun ardından UÇHİSAR'a ulaştık.


Gidiş güzergahının sağında GÜVERCİNLİK VADİSİ'ni görerek gittik. Fakat hiç güvercin göremedik :) Değişik bir yer ile karşı karşıyaydık yine Vadinin yamacında manzaraya karşı bir kaç tane yeme içme mekanı gördük.


UÇHİSAR KALESİ önündeki hediyelik eşyacıların sattığı küçük süsler çok hoşuma gitti. Kaleyi dolaştıktan sonra buradan bu küçük süslerden alıcaktım ama önce UÇHİSAR KALESİ...


Giriş Kişi başı 6 TL Öğrenci 3 TL. hala üniversite öğrenimim devam ettiğinden ben 3 TL'ye girdim fakat eşim öğrenci kartını arabada unuttuğundan 6 TL toplamda 9 TL ödeyerek içeri girdik.


Önümüzde epey bir basamak vardı en tepeye ulaşmak, hemde kucağımda Defne varken ulaşmak hiç kolay olmadı ama yinede çıkmaya devam ettik.


Orada bulunan birisine fotoğraf için rica ettik ve Ailece bir resmimiz olsun istedik.


Sonra orada olan ve Kanada'dan gelen turist gruptan bir bayan resim çektirmek için bana rica etti.


Burayı da gördükten sonra yine çok görmek istediğim DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ'ne doğru yola koyulduk. UÇHİSAR'a yaklaşık 40 KM kadar uzaklıktaydı sanırım. Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik ve DERİNKUYU'ya ulaştık. Yol üzerinde KAYMAKLI YERALTI ŞEHRİ tabelalarını da görmüştüm fakat en ihtişamlı olanının DERİNKUYU olduğunu duyunca direk buraya geldim. Arabayı park ettiğimiz yerde bir kilise vardı.


İçini dolaşmak istedim fakat korumaya alındığından sadece anahtar değinden içerisi gözüküyordu. Kilisenin duvarı içinde boyum uzunluğunda el ile çevrilebilen 2 sütun gördük. Sütunlar el ile çevrilebildiği sürece bir problem yok fakat eğer yıllar içinde sıkışma yaparsa o yapının sağlamlığında bir sorun olduğunu belirtmek için yapılmış olduğunu öğrendik. Hemen kilisenin karşısında DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ tabelasını gördük.


Tabelanın sağı ve solunda gözüktüğü gibi içeri girmek için sıra bile bekledik. Bizim gittiğimizde akşam saatleri olduğundan 20 Dk. kadar sıra bekledim. Sabah orada olsaymışız 1-1.5 saat kadar sıra beklemek zorunda olacakmışız çünkü çok kalabalıkmış. Göreme'de harcamadığım 40 TL'yi buraya giriş için verdik fakat içerideki görevli yanımızda resimlerimiz varsa hemen MÜZE KART çıkartılıp her yerde kullanabileceğimiz söyleyince 1 Yıl geçerli MÜZE KART alıp yeraltı şehrine o şekilde giriş yaptık. Normalde Müze kartın kişi başı 40 TL olduğunu biliyordum fakat öğrenci indiriminden haberim yoktu. Yani 2 tane müze kart alıp yeraltı şehrinede bedavadan giriş yapmış olduk. Daha sonra gideceğimiz yerler için çok işe yarayacağına eminim... Sıra bize geldiğinde yavaş yavaş o dar duvarlar arasından gitmeye başladık.


Bazı yerlerde baya bir çömelerek geçmek gerekiyordu ve yollar gerçekten çok sıkıntı vericiydi.


Yerin 5 kat altında doğru ilerlerken Defne uçhisardan aldığım rüzgar gülüyle oynuyordu.


Nasıl bir yere geldik anlamadım. Biz üstten yürürken alt tarafımızdaki mazgaldan başka bir grup yürüyordu


Nihayet 5.kata kadar gelmiştik. 5.kattan 7.kata tek bir yol vardı. Yani önce çıkanlara yol verip sonra biz girecektik. 5.katta daha geniş bir alan olduğundan biraz daha rahattık. Burada doğal olarak bir havalandırmada mevcuttu. Buraya gelene kadar sıkışık yerlerde bir kaç dakika kalarak ilerledik. Topraktan gelip toprağa gideceğiz elbet ama hayattayken sanırım ilk ve son yerin 5 kat altı pozum bu olacak :)


Yerin 7 kat altından çıkan kişiler bittikten sonra içeri girme sırası bize geldi ve belkide buranın en kasvetli, en stresli ve en korkutucu yoluna doğru gittik. O daracık yollarda korkmadık terlemedik değil hani hatta girdiğimize pişman bile olduk bir ara. Hem para verip hemde bu korkuyu niye yaşadık ki:) Uzun bir yol boyunca gidip 7.kata kadar ulaştık. Güvenlik açısından buraya kadar izin verildiği aslında daha da fazla olduğu söyleniyordu. İçerisi normal bir ev genişliğindeki koridorlara sahip olduğundan biraz daha rahattı fakat 7 kat aşağıda olmanın verdiği rahatsızlık ile çokta rahat hareket edemedik. Biz buradayken içeride fenalaşanlar bile oldu. Şansımızı çok zorlamayıp biran önce çıkmak için geldiğimiz yerden yukarı çıkmak istedik. Başka bir Türk bayan grubu da rahatsız olunca kimse gelmesin çıkan var diyerek onlar önden biz arkalarından yukarı doğru çıktık hiç durmadan.
Vallahi yeryüzü gibisi yokmuş. Derin bir nefes aldık ve kendimizi ödüllendirmek için dışarıdaki gözlemecilerden gözleme ve ayran aldık. Özellikle ayran süperdi işte ayran böyle olur.



Ege tarafına tatile gittiğimde hep uğrak yerim olan Susurluk'ta ki YÖRSAN tesisleri hep böyle ayran yapıyordu fakat son gittiklerimde yoğunluktan olacak ki artık artık düz bir ayran geliyor böyle köpüklü değil... Yemeğimizi yedikten sonra aracımıza binip bir sonraki hedefimiz olan ALANYA'ya gitmeye başladık. Saat geç olduğundan Alanya'ya kadar ulaşamayacağımızı biliyorduk ve Konya'ya kadar gelebildik. Şehir merkezinde bir kaç otel bulduk fiyatları bize fazla geldiğinden daha uygun bulmak için aracın navigasyonundan otelleri araştırıp Mevlana Sema Oteli bulduk. Açık büfe kahvaltı dahil 2 kişi 100 TL vererek odamıza çekilip dinlenmeye başladık. Yarın hedef AKDENİZ ileriiiiii . :)

KAPADOKYA (Avanos-Zelve-Göreme-Ürgüp-Uçhisar-Derinkuyu)

0 yorum:

Yorum Gönder