19 Mayıs 2015 Salı

İSTANBUL ANADOLU ( Ağva, Şile, Anadolu Hisarı, Polonezköy, Büyük Ada, Boğaz Turu, Beykoz, Otağtepe, Poyrazköy, Anadolu Feneri, Ballıkayalar )

İSTANBUL (AĞVA - ŞİLE - ANADOLU HİSARI - POLONEZKÖY - BÜYÜK ADA - BOĞAZ TURU - BEYKOZ - OTAĞTEPE - POYRAZKÖY - ANADOLU FENERİ - BALLIKAYALAR)

1 - A Ğ V A

İstanbul'dayız, İstanbul'da yaşıyoruz ama İstanbul'u ne kadar tanıyoruz? Çoğu İstanbul'un Anadolu tarafında geçen günübirlik gezilerimi, gidecek olan kişilere rehberlik etmesi için paylaşmak istiyorum. İlk olarak İstanbul'un Karadeniz'e açılan yüzü AĞVA'dayız. Büyük şehrin kalabalığından öyle bir sıkılmışız ki bu koyun sürüsüyle karşılaşmak bizi mutlu etti :)


Güne güzel bir kahvaltıyla başlamak istiyorduk. Ağva yönüne doğru küçük köy yollarından geçerek yolumuza devam ettik.




Yaklaşık 100 Km yolu 1,5 saatte alarak orman içindeki yollardan kahvaltı için seçtiğimiz Tree Tops Park Hotele ulaştık.


Aracımızı uygun yere park ettikten sonra içeriye doğru geçtik. Dışarıdan buranın güzel bir mekan olduğu belliydi.


İçerisi güzelce düzenlenmiş tam kafa dinlemelik bir yerdi burası. İsteyen kapalı alanda, isteyen nehir kıyısında kahvaltı yapabiliyordu. 


Doğal olarak nehir kıyısını seçtik. Bizler kahvaltı soframızın hazırlanmasını beklerken bir yandan da bu doğa harikası yeri fotoğraflıyorduk.


Kahvaltıdan sonra gezmeyi planladığımız deniz bisikletleri de nehrin içinde hazırdı.


Aslında bizler bu doğa harikası yerde açlığımızı unutup, gözümüzü doyurmuştuk :) Bir süre sonra nehir kenarında yiyeceğimiz kahvaltı soframız hazırlandı.


Ailecek bir resmimiz de olmasın mı ?

Güne nasıl başlarsan öyle gider derler. Güzel başladık, güzel devam edelim ozaman. Kahvaltının ardından deniz bisikletlerine binerek nehir boyunca tur attık.


Resimden de gözüktüğü üzere yağmur çiselemeye başladı. Fakat sürmemizi engelleyecek kadar olmadığından yolumuza devam ettik.


Nehrin sağına ve soluna kurulmuş bir kaç tane daha tesis vardı ve hepsi de çok güzel gözüküyordu.


Yorulup tekrardan yemek yediğimiz mekana geri dönük ve okey oynadık.


Hava soğumaya ve bozulmaya başlamıştı. Bir süre daha burada vakit geçirdikten sonra son bir kez daha burayı fotoğraflayıp bu güzel yerden ayrıldık.


Ağva merkezde dolaştıktan sonra Ağva'nın diğer tarafından akan Yeşilçay'da kısa bir yürüyüş yaptık. Zaten Ağva'nın kelime anlamı olarak farsçadaki karşılığı 2 nehir arasındaki yer olduğunu okumuştum.


Hazır Ağvadayken buranın bir kaç kilometre ilerisinde bulunan Kilimli Koyu'na gitmemek olmazdı.


Kilimli koyu özellikle fotoğrafçıların uğrak yeri. Buradaki tesisde yemek yiyip bir şeyler içerken manzarayı izlemek insana huzur veriyor. Karnımız toktu ama bu manzara gözümüzü acıktırmıştı. Birer çay içip ruhumuza meditasyon yaptık burada.


---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
2 - Ş İ L E

Ağva'da ki bu güzel günün ardından sırada ki hedefimiz ŞİLE. Ağva'dan Şile'ye sahil yolundan gitmeyi tercih ettik. Yine küçük köy yolları içinden geçtik ve ahşap evleri resimledik.


İlk olarak ŞİLE FENERİ karşıdı bizi. Halen faaliyette olan bu fener tarihe kafa tutmaya devam ediyor. 1860 yılında Fransızlara yaptırılmış. Ayrıca Türkiye'nin en büyük feneri olma özelliğini taşıyan Şile Feneri 1 dönüşünü 2 dk. içinde tamamlıyor. Işığı gece açık havada 35 mil (yaklaşık 56km) mesafeden gözükmektedir.


Hemen Şile Feneri'nin aşağısındaki parktan hem Şile Feneri'ni hem de Şile'nin simgesi olan kayalıklar ve kaleyi görmekte mümkün.


Parktan Şile Feneri Manzarası güzel gözüküyor. Şile için İstanbul'un cennet köşesi diyebilirim.


 Buradan Şile'nin bir başka cenneti olan Saklıgölü tanıtayım sizlere. Şile'ye giderken hemen yolun sağına doğru kıvrılan yoldan 1-2 kilometre giderek bu doğa harikası yere ulaşılıyor.


Arabamızı park ettikten sonra göl üzerinde yemek için tesise geçtik.


Ahşaptan yapılmış bungalow tarzı bu tesis göl ile güzel bir görüntü sunuyor gelenlere.


Kızım Defne arabasında uyurken bizlerde söylediğimiz menü ve çayı bitirmekle meşguldük. Böyle bir yerde insanın iştahı açılıyor resmen. Tam yaşanılacak, tam yaşlanılacak yer dedikleri yer burası olmalı...


Şu manzaraya karşı ne HDR fotoğraf çekilir diyerek bastım deklanşöre. Süper değil mi ? 


Biraz atıştırdıktan sonra gölü farklı açılardan görmek için yukarıda bulunan patika yola çıktık.


Patika yol oldukça uzun ve gölün etrafını dönebiliyorsunuz. Bizler öyle yaptık ama yorulmadık da değil hani. Son olarak eşim ve kızımla güzel bir anı bırakıp Şile gezimizi sonladırdık.


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

3 - A N A D O L U    H İ S A R I

Artık yaz ayına geldik sanırım. Geldik diyorum çünkü artık kapri ile dolaşabiliyorum. Bu güzel havayı değerlendirmek için ANADOLU HİSARI'nın yolunu tuttuk. Gelmeden önce mekanları araştırıp bilgi sahibi oldum. Kahvaltı için Küçüksu Cafe'yi tercih ederek buranın yolunu tuttuk. Deniz içine sabitlenmiş kazıkların üzerindeki bu mekan hem güzel bir boğaz manzarası, hem de güzel vakit geçirme imkanı sunuyor.



Deniz kenarında bir yere oturmak için bir süre oyalandık fakat, boş yer bulamadığımızdan içerideki masaya oturduk. Artık iyice acıkmıştık kahvaltı tabağı ve sınırsız çay kişi başı 18TL'ye alınabiliyor.



Kızım Defne her zaman ki gibi kahvaltımızı yapmayalım diye elinden geleni yaptı :) Kahvaltı tabağındaki peynir hoşuna gidince bizimle masaya oturdu ve o da yemeğe başladı.



Küçüksu restorantın yanında Küçüksu Kasrı bulunuyor. Sultan Abdülmecit tarafından 1856 yılından yapılan kasrın yapım amacı padişahların boğaziçi kıyılarındaki biniş yeri ve dinlenmeleri için vakit geçirmesiydi.



Buranın tam karşısında RUMELİ HİSARI var. Yıllara meydan okurcasına tüm ihtişamıyla ayakta durmaya devam ediyor.


Restorantın az ilerisinde bulunan küçüksu limanındaki yeşilliklere koşan kızımla boğaza karşı bir resim çekilelim diyerekten dolaşmaya başladık.


Sahil yolunu takip ederek GÖKSU NEHRİ'ni resimlemek için yola koyulduk. Nehrin solunda ve sağında onlarca tekne demirlemiş bekliyordu.


Nehir boyunca karşılıklı restorantlar mevcut. Buraya girip bir çay içmek bile insana huzur veriyor. Kesinlikle tavsiyemdir buralara gelip bir şeyler yemek-içmek.


Restorantlara giden ara sokaklarda burası İstanbul mu dedirten manzaralarla da karşılaştık. Çok sayıda eski ahşap evler göz zevkimizi arttırdı.


Arabaların geçtiği yollardan hemen aşağıdaki nehirde çok hoş gözüküyordu. Buradaki gezimizi bitirip sonraki rotamız olan Polonezköy'ün yolunu tuttuk.


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

4 - P O L O N E Z K Ö Y

Polonezköy bilindiği gibi Polonyalı göçmenlerin yaşadığı yerleşim yeri. Beykoz ilçesine bağlı olan Polonezköy'ün eski adı ADAMPOL'dür. Bizler yeşili ve doğayı sevdiğimizden bu şirin yeri ziyaret etmek istedik. Kavacık tabelaları üzerinden Polonezköy'e doğru rotamızı çizdik.


Havalarında sıcak olmasıyla birlikte insanlar kaçacak serin yer aramaya başlamışlar ki 10 dakikalık yolu 1 saat kadar sürede ancak gelebildik. Gidiş yönü çok kalabalıktı.


Uzun uğraşlar sonucunda aracımızı uygun bir yere park ederek dolaşmaya başladık. Köyün içinde bulunan haritadan nerede ne olduğunu görmekte mümkün.


İlk olarak daha önce geldiğimde kapalı olduğu için göremediğim ZOSIA TEYZENİN ANI EVİ'ni ziyaret ettik. Polonya - Türkiye ilişkilerinde de önemli bir yeri olan bu tipik Polonya evini Zofia Ryzy'nin babası Wincenty Ryzy 1881-1883 yıllarında inşa etmiş.


Burada Ryzy (Rizi) ailesine ait dökümanlar ve fotoğraflar mevcut. Türkiye dışında internet, kitap ve gezi turlarında da sık sık anılan bir yer olmuş.


Ben içeride dolaşırken kızım Defne bir koltuğa oturarak baba beni de çeker misin pozu vermişti :)


19.ve 20.yy' da üzerinde Ziolkowski yazan bir ceketten, Polonya tarihi hakkında bilgi veren ansiklopedik kitap ve çeşitli madalyalara kadar eski Polonya tarihini yansıtan bir çok eşya gördük.





Hemen buranın az ilerisinde ahşap oyma sanatıyla küçük bir park oluşturulmuş ve çok güzel figürler ortaya çıkmış.


2 yıl önce geldiğimde bu fotoğrafları çektirmiştim.


Yaklaşık 5 KM'lik yürüyüş parkuru da var bu şirin köyün. Tabelayı takip ederek gitgide sıklaşan orman yoluna girdik.


Yemyeşil ağaçlar yerden gökyüzüne kadar ulaşmış ve bu sıcak günde doğal bir serinlik oluşturmuşlar. İşte biz bu doğaya ve sessizliğe aşığız. Ama yine de dikkatli olmak gerekiyor. Şahsen kendim bir insanın kolu uzunluğunda yılan gördüm.


Bizler 1 km kadar gittikten sonra geri döndük. Köyün içinde bulunan mekanların birisinde cam sanatı showroomu vardı. İçeriye girip bir göz atalım dedim.


Sanırım bayanların ilgisini çeker fakat benim çok ilgimi çekmedi. Yine de değişik şekillerdeki cam ürünleri göze güzel gözüküyordu. Buranın bir kaç km ilerisinde de bu cam sanatının yapıldığı atölye varmış. Köy meydanında uzun süren araç trafiğinden dolayı oraya gitmedim.


İlk gördüğüm yere son girmek gibi bir huyum var. Polonezköy'ün hemen girişinde küçücük bir MÜZE tabelası görmüştüm. Dönüşte buraya uğramak istedim. Bir kaç kilometre sonra maalesef adını tam hatırlayamadığım ağırlık ve terazi gibi aletlerin "İLKLERİ"nin bulunduğu ilginç bir müze vardı. Normalde pazar günü açık değilmiş fakat bizler tesadüfen oradayken, müzeye bakan amca misafir olarak gelen akrabalarına müzeyi dolaştırmak için oradaydı. Şansımız varmış ne diyeyim. Amca anlattıkça ben mest oldum desem yeridir. İçeride 1900'lü yıllarda değişik ülkelerde üretilmiş tuğlalar mı dersiniz, ilk ağırlık ölçer mi dersiniz, günümüzün modern olmazsa olmazı aletlerinin ilk hallerini görünce "vay be" demeden duramadım içimden. Mesela bu alet dinamo sistemi ile ampul yakmak için.


Kolu çevirdikçe kinetik enerjiyi, ışık enerjisine dönüştüren bisikletlerde kullanılan sistem bu olsa gerek... Bir başka alet ise ilk göz şaşılığını ve bozukluğunu ölçen bu alet. Bunları gördükten sonra çileyi eskiler çekmiş diye geçirdim içimden...


Bunun yanında kuyumcuların kullandığı ilk hassas terazi ve çeküllü düzeç terasizide tuhafıma giden aletler arasında. Daha fazlası için ziyaret etmeniz gerekiyor ama Polonezköy'e yolunuz düşerse kesinlikle pişman olmazsınız garanti veriyorum.
 

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

5 - B Ü Y Ü K A D A 

Yine ne yapsam, nereye gitsem derdindeyim. Havaların sıcak olması ve uzun süredir Büyük Ada'yı ziyaret etmemiş olmak beni Bostancı iskelesine çekti.


İçeriye girip vapurun yanaşmasını bekliyorduk. Bir süre sonra gelen vapura binerek Büyükada'nın yolunu tuttuk. Yaklaşık 20 dk sonra adaya ayak basarak günümüze başladık. Ada tıklım tıklım kalabalıktı.


Ben gelmeyeli Büyükada kendini epey yenilemişti. Hemen her köşede bir dükkan açılmış sahil boyunca restorantlar hizmet vermeye başlamıştı. Henüz yeni geldiğimizden hiç bir yere oturmadan adayı turlamaya başladık. Fakat restorantlar da aklımı çelmedi değil hani. Şüphesiz denizin hemen kenarındaki bir masada bir şeyler yiyip içmek güzel olur burada.


Az ileri de bir balık restorantının yapmış olduğu kurutulmuş balık sergisi ilgi çekiciydi.


Yol boyunca ilerlerken adanın güzel bir manzarasındaki bu kilise evide dikkatimizi çekti.


Buranın doğası ve ortamı değişik gerçekten. Sokak sokak dolaşırken onlarca eski restore edilmiş ahşap villalar gördük. İstanbul'un betonlarından sonra bu evler iyi hissettirdi beni.


Yukarıya çıktıkça manzara güzelleşiyordu. Hedefimiz ise adanın en yukarısındaki harika manzarasıyla AYA YORGİ KİLİSE'siydi. Kilisenin biraz aşağısında faytonların toplanma yeri vardı ve hiç hoş koktuğunu söyleyemiyeceğim :)


Buraya kadar yol iyi fakat bundan sonra dimdik bir yokuş bizi bekliyordu. Ara sıra mola vererek çıktığımız yolda nihayet kiliseye ulaşabildik. İlk olarak 1751 yılında manastır olarak inşaatına başlandıktan sonra 1905 yılında çan kulesinin arkasına kesme taşlardan kilise yapılmış ve 1909 yılında kullanıma açılmış.


İçeriye girişte dilek dilenip mumlar yakılan küçük bir alan vardı. 


Her ne kadar bizler Müslüman olsakta kapı girişinde kılık kıyafet ile ilgili uyarı yazılarına dikkat ettik. Bayanlar örtünerek içeriye giriyordu. Duvarlarda hristiyanlığı simgeleyen figürler vardı.


İçeriyi yeterince dolaştıktan sonra Sedef Adası tarafındaki manzaranın olduğu yöne doğru yürüdük. Kızım Defne bebek arabasından sıkılmış olacak ki bir süre sonra kucağıma gelip o şekilde yürüdük. Herkesin bisikletlerini bıraktığı yere bizler bebek arabası bırakınca ilginç bir görüntü oldu :)


Az ilerideki kayalıklardan o sırada düştüm :)


Şaka tabi ama bu manzara şaka değil. Sedef adası yüksekten çok güzel gözüküyordu. Etrafında onlarca yat ve sandal adanın etrafını çevrelemiş öylece duruyorlardı.


Manzaraya doyduktan sonra geri dönüş yoluna girdik. Yol boyunca sürekli yanımızdan geçen faytonlar yine hızlıca geçiyorlardı.
 

Dakikalarca bu güzel yollarda yürüyüp tekrar limana ulaştık ve resimdeki vapura binerek günümüzü sonlandırdık.


---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
6 - B O Ğ A Z   T U R U

Günlerden pazar ve şansımıza güneşli bir gün. Yeterince karaya ayak bastık birazda deniz yolunun keyfini sürelim diyerekten Grupon kampanyasından eşim, abim ve kendim için 3 kişilik kahvaltılı tekne turu aldım. Tekneye Üsküdar sahilinden bineceğimizden sabah saatlerinde yola koyulduk. Trafik sorunu yaşamamak için metroyla gittik.


Bir süre sonra gelen metro ile Üsküdar sahiline ulaştık. Teknenin gelmesini beklerken bir yandan da kızım Defne'yle oyalanıyordum.


Tekne nihayet geldi ve cam kenarı olarak ayırttığımız masamız bizi bekliyordu.


Kahvaltı açık büfe, mis gibi deniz ve boğaz karşımızda daha ne isterim ki diyerek güzel bir kahvaltı yaptık. Menü oldukça zengin ve kaliteliydi. 


Denizin içinde sallana sallana kahvaltı yapmakta nasip oldu. Eşim, Defne'yle uğraşmaktan kahvaltısını biraz geç bitirdi. Tıklım tıklım dolu olan teknenin restorant bölümünde bir tek biz kaldık.


Güzel bir kahvaltının ardından teknenin açık bölümüne geçerek çay ve kahvemizi içtik. Hafif hafif esen rüzgar, yavaş yavaş hareket eden ve dalgalarla sallanan teknemizde işte hayat bu dedirten anlar yaşadık.


Kızım Defne o sırada teknenin önünde amcasıyla oynuyordu.


FSM köprüsü yakınlarındayken Boğaziçi köprüsü de tüm ihtişamıyla karşımızda duruyordu.


Kıyı yakınlarından geçen teknemizle boğazın tarihi yerlerini görmek güzeldi. Sahil yolu boyunca onlarca tarihi mekan gördük. Benim için en güzeli RUMELİ HİSARI'ydı. 



Bu güzel kahvaltı ve 3 saatlik boğaz turunun ardından yeniden tekrarlanmak üzere turumuzu tamamladık...

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

7 - B E Y K O Z

Beykoz gezimizi Mihrabat Korusundan başlattık. Yağmura yakalamamız sebebiyle boğaza karşı biraz resim çekip bir süre sonra buradan ayrıldık.


Beykoz sosyal tesislerine attık kendimizi kapalı alanı çok doluydu çayımızı bile zor içtik desem yeridir. Yine de denize yakın bir mekanda çayını yudumlamak gibisi yok.


Bir süre sonra hava normale döndü nihayet ve sahildeki balıkçı teknelerinde sallana sallana balık ekmek yemek için mola verdik.


Karnımızı doyurduktan sonra Yoros kalesinin yolunu tuttuk. Buranın yolları çok dar ve bazı zamanlar karşıdan gelen araca yol vermek için durmak gerekebiliyor. Dik yokuşu tırmanarak kaleye ulaşıyoruz.


Kalenin yanındaki patika yoldan aşağıda bulunan kafelere ulaşılabiliyor.


Yoros Kalesi'nin hemen altında yoros cafe var. Yine güzel bir manzaraya karşı burada oturup güneşin batışı izlenebilir. 


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

8 - O T A Ğ T E P E

Yine İstanbul'un cennet manzaralarından birisindeyiz. Kavacık yolunu takip ederek ulaştığımız OTAĞTEPE iki kıtanın birbiriyle kucaklaşmasını anlatan en güzel tepe denilebilir.


Sanırım burayı en güzel bu fotoğraf anlatıcak. Hep şu meşhur pozu yakalamak istemişimdir. Aşağı doğru inen merdivenler ve boğaz ...


Kızımın keyfi yerinde eller cepte pozda veriyor burada.


Boğaziçi köprüsüne doğru manzarada çok can yakıcı cinsten. Ziyaret etmek için daha fazla beklemeyin derim ben.


---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

9 - P O Y R A Z K Ö Y

Ulaşımını Beykoz üzerinden yaptığım bir başka kafa dinleme yeri de Poyrazköy. 3.Köprü inşaatının başlamasıyla buralar aşırı derecede değerlenmiş ve arsa fiyatları uçmuş durumda. Gittiğimizde şortum olmadığından aşağıda bulunan denize girme şansım olmadı. Fakat Poyrazköy'e gelmişken bir tost ve çay iyi gider diye düşündüm.


Aşağıda liman ve hemen yanında küçük bir kumsalı var. Burası şehrin gürültüsünden kaçmak isteyenlerin uğrak yeri. Bulunduğumuz mekanın ortasında mis gibi kokan ıhlamur ağacı vardı. Tavsiye edermiyim : ŞİDDETLE :)


Bu küçük ve şirin mekandan yukarı doğru çıktığımızda POYRAZ KALESİ karşıladı bizi.


Gerçi gördüğümüzde kaleden çok bir harabeyi andırıyordu. Kaleden geriye taş yığını kalmış. Yine de gelmişken kalenin gözüken bu yıkıntısından bir fotoğraf almayı ihmal etmedim.


---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

10 - A N A D O L U    F E N E R İ

Poyrazköy'ün hemen bir kaç kilometre ilerisinde bulunan Anadolu Feneri'ne doğru gidiyoruz. Bir tarafımız orman olan yol boyunca temiz havayı soluya soluya ilerledik.


Anadolu Feneri köyü küçük bir meydandan ibaret ama insan oradaki sessizliğe hayran kalıyor (en azından benim için öyle). 


Çıkmaz bir sokakta bulunan fenerin yanında bir cami mevcut. Caminin hemen yanındaki balkonda müthiş bir manzara var. Yüksekten aşağıdaki nesneler çok küçük gözüküyor. Aşağıdaki resim daha önce kızımla gittiğim arşivimden...


Anadolu Feneri hemen buranın sağında bulunuyor. Gittiğimizde kapalı olduğu için resmini gösteremiyorum. Manzara hemen hemen aynı zaten. Buranın az gerisinde bulunan BUSE CAFE'ye kahvaltı ve çay için gelinebilir. Serpme kahvaltı 30 TL'ye yapılabiliyor. Fotoğraf için ya sabahın ilk saatleri yada gün batımı zamanını tavsiye ederim.Çünkü güneş hep karşınızda olup fotoğraf çekmeye imkan tanımıyor.


Bizler bu sessiz mekana gelerek ruhumuza meditasyon yaptık. Kahvaltı pahalı geldiyse tost ve ayrana 7 TL verilerek bu şirin mekanın keyfini sürebilirsiniz.


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

11 - B A L L I K A Y A L A R

Hemen hemen İstanbul Anadolu tarafını gezmişken biraz uzaklara bakalım diye koyulduk yola. Hedefimiz Gebze'nin Tavşanlı köyünde bulunan Ballıkayalar. E-5 yolundan giderken kahverengi turistik tabelayı takip ederek ulaşılabiliyor Ballıkayalara. 


İçeride mangal yapılabilecek yerler ve bir tesis mevcut. Daha önce bir kaç kez yaz mevsiminde geldiğimde bir sorun yoktu fakat havalar kötüyken gelinirse yürünecek yerlerde çamur olabiliyor...


Hazır böyle güzel bir yere gelmişten birer gözleme yiyip çay içerek buranın keyfini sürdük.


Sanırım buraya ismini veren ballıkayalar bunlar olsa gerek. Burası aynı zamanda dağcılık ve tırmanma için gelenlerin uğrak yeri.


Doğa ana kayaların üzerinden süzülerek akan sular ile kayalara hoş bir görünüm kazandırmış. Tesisin hemen arkasından giden yolu takip ederek kayalar arasında ilginç resimler çekilebilir.


Kıyafetim bu ortama çok uygun olmadığından gidebildiğim son noktaya kadar gittim. Bazı yerlerde kayalara tırmanmak zorunda kaldım fakat çoğu yerden geçmek olanaksız olduğundan daha fazla kendimi zorlamadım.


Bu tırmanma işi beni epey yordu ve terletti. Biraz serinleyeyim diyerekten ayaklarımı suya soktum ama bu kadar soğuk olabileceğini tahmin etmemiştim :)


İstanbul'a yakın alternatif kaçamak mekanlardan olan Ballıkayalar gezilip görülecek yerler arasında yerini almalı.



AĞVA - ŞİLE - ANADOLU HİSARI - POLONEZKÖY - BÜYÜK ADA - BOĞAZ TURU - BEYKOZ - OTAĞTEPE - POYRAZKÖY - ANADOLU FENERİ - BALLIKAYALAR