23 Ağustos 2015 Pazar

TRABZON - UZUNGÖL - SÜMELA MANASTIRI

TRABZON - UZUNGÖL - SÜMELA MANASTIRI

Dünkü Ordu gezimizde epey yorulmuşuz. Sabah dinlenmiş bir şekilde yorgunluğumuzu üzerimizden atıp Arsen oteldeki kahvaltı salonuna geçtik. Kahvaltı tabağımı doldurup masada yemek yerken, çoğunluğu Arap müşterilerin oluşturduğu otelde Arapların yemekleri elleriyle doldurması iştahımızı kesti :/ Yol güzergahımızda önce Sümela Manastırı vardı. Fakat biz Çaykara'da ki Uzungöl'e gittik.


Uzungöl'e yaklaştıkça doğası daha güzel, havası daha serin ve yolları daha manzaralı olmaya başladı. İşte gerçek Karadeniz şimdi başlıyor demiştim kendi kendime. Özçekim çubuğu yardımı ile arabanın önünden Uzungöl'e kadar video çektim. Amacım bu güzel yolları daha sonra tekrar tekrar izleyebilmekti.


Uzungöl'ün etrafından aracımız ile dolanarak uygun bir yere park ettik. Park ettiğimiz yerde ahşaptan yapılmış bu güzel araç vardı.


Bisiklet kiralama işi güzel bir sektör haline gelmiş burada bizlerde yürümek yerine bisiklet kiralayarak Uzungöl'ü keşfe çıktık. Aldığımız bisikletin birisi Defnecik için sepetli olanıydı. Satıcı arkadaştan istediğimiz koltuk sayesinde kızımda benle bisiklete bindi. 3 tekerlekli olan bu bisikleti kullanmak normal bisiklete göre daha zor bilginiz olsun. Özellikle dönme manevralarında kontrol elinizden çıkabilir.


Orada tanıştığım bir laz uşağıyla sohbet ettik. Doğma büyüme buralıymış. Giymiş olduğu yöresel kıyafetiyle ilgi çekiyordu. İşlerini sordum çok şükür dedi. Resim çekilebilir miyiz dedim tabiki dedi.


Uzungöl'ü bisikletle dolaşırken küçüklükten beri gördüğüm o güzel camiyi defalarca değişik açılardan çektim.


Buranın her bir noktası ayrı bir güzel, sahil yolundan buraya gelene kadar sıcaktan kavrulurken, Uzungöl oldukça serindi. 


Defneciği sürdüğüm kasalı bisikleti bir süre sonra abim sürmeye başladı. Yoldaki sarsıntından olacak ki prenses bir süre sonra bisikletin arkasında uyuyakalmış :)


Bisikletleri 1 saat sonra teslim ettik. Sepetli bisiklet 10 TL, diğer bisikletler 5,10,20 TL'ye kadar kalite ve temizliğine göre değişiyordu fiyatları. Defnecik hemen karşıdaki parkı görünce uykusu açıldı. Yarım saat kadar burada parkta vakit geçirdi.



Köşe başında satılan cevizli sucuk ve kömelerden tadımlık aldık. Köme adını duyuyordum fakat hiç tatmamıştım açıkcası. Çok güzel ve lezzetliydi. Bir kaç dilimde olsa mutlaka alın derim.


Uzungölü tepeden resimlemek istiyorduk. Yaklaşık 10KM uzaklıkta harika manzarası olan bir yer olduğunu duyduk. Fakat bizler yukarı doğru çıktıkça bastıran sis yüzünden görüş alanı tamamen kapandığından gitmedik. Uzungöl'ü  görebileceğimiz yukarı bir noktadan son bir resim çekerek yolumuza devam ettik.


Programımızda daha çok yer vardı fakat Defneciğin bir kaç gün önce rahatsızlanıp tamamen iyileşmemesi ve yolda sürekli huzursuz olması bu tatili erken bitirmemize neden oldu. Rize ve Artvin'i de görmek istedik fakat istem dışı olarak geri dönüş yoluna girdik. Yolda girmediğimiz Sümela Manastırı'na hepimiz gitmek istiyorduk. Uzungöl'den Sümela Manastırı yaklaşık 135 KM.


Tabelaları takip ederek Sümela'ya ulaşıyoruz. Burada ödemeler ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. Sümela Manastırı Milli Parklar sınırları içerisinde olduğundan girişine araç ile 15 TL ödemek zorundasınız. Biz ödememek için yürümeyi tercih ettik bir çok kişi gibi. Giriş kapısının az gerisinde bulunan boş alana aracımızı park edip yaya olarak yolumuza devam ettik. (Yaklaşık 1 KM yürünmeyecek bir yol değil). Giriş kapısında hediyelik eşya satan bir kaç dükkan ve kafeterya mevcut. Resimde gözüktü gibi zig-zag çize çize çıktığımız manastır yolu 1.2 KM.


Burası bizi epey zorladı diyebilirim. Defneciği elden ele dolaştırarak sırayla taşıdık. Yükümüz resmen 2 katı oldu ve terlemeyen yerimiz kalmadı. Sanırım 30 dk. içinde tamamlamıştık yolu. Küçük bir video ile göstereyim sizlere.


Yol üzerinde aşağıya doğru gözüken kısımlarda ne kadar yükseğe çıktığımızı anlayabilirsiniz. Ve halen çıkıyorduk ...


Ve nihayet son 100-150 metre kala ağaçların içindende olsa Sümela Manastırını gördük. 


Bu sırada yanımızdan geçen birisi boşuna çıkmayın 18:00'de kapanacak diyince moralimiz bozuldu. Ne yani bu kadar yolu boşuna mı çıktık. Olan son gücümüzle koştura koştura girişe geldik. ( Şimdi farkettimde hepimiz kırmızı giyinmişiz o gün :) )


Neyse ki giriş kapısında kapanış saati 18:45 yazıyordu ve bu gezmemiz için yeterli süreydi. Boşuna panikletti adam bizi. Bir ayrıntı daha belirteyim kişi başı giriş ücreti 15 TL. Bence böyle bir tur yapacaksanız 40 TL verip sene boyunca kullanabileceğiniz Müze kart çıkarttırın (Öğrenci 20 TL). Hepimizin Müze Kartı olduğundan ücretsiz giriş yaptık. (Eşim ve ben geçen sene Kapadokya'da bulunan Derinkuyu Yeraltı şehrinde Müze kart almıştık.Kapadokya Gezisi için tıklayın. Abim ise Amasya arkeoloji müzesinde çıkarttı müze kartını) Merdivenden manastıra girmek için resmen sıra bekledik. Kalabalığa bakar mısınız ?


Sonunda bir şekilde TV'de, belgesellerde ve filmlerde gördüğüm Sümela Manastırına ayak bastık. Gerçekten çok yüksekte ve o gün ki imkanlarla buranın yapılması akıl alır gibi değil.


Duvarlarda hep Meryem Anayı ve hristiyanlığı gösteren çizimler vardı.


Manastırın tam olarak yapım tarihi bilinmiyormuş. MS 375-395 yılları arasında yapıldığı sanılıyor. 14.yüzyıldan sonra burası stratejik bir önem kazanmış ve ileri karakol görevi görmüş.


Manastırın bir odasında resim çekildim. Pencereden aşağıya baktığım zaman en yakınımdaki ağacı bile görmekte zorlandım. Yaklaşık yarım saat boyunca çıktığımız yol hiç bir şekilde gözükmüyordu. Etrafı tamamen sis kaplamıştı.


Sanırım hemen her yerde gördüğüm en meşhur Meryem Ana resmi bu. Resimlere zarar gelmesin diye flaşlı resim çekmek yasak. Pencereden gelen bir miktar ışık yeterli oluyor zaten.


Manastırın solunda sürekli akan bir çeşme var. Şimdi abartıyorsun falan diyebilirsiniz ama ben hayatımda bu kadar lezzetli su içmedim. Buraya gelip kana kana bu sudan içmenizi tavsiye ederim. Manastırdan geri dönüşümüzü ormanın içine doğru giden başka bir yoldan yaptık. Patika yolda ağaçların kökleri ne tarafa uzayacağını şaşırmış resmen.


 Meğerse bir kaç dakikalık yürüyüş ile buradaki yoldan manastıra ulaşmak mümkün olabiliyormuş. Bu yolu bilmiyorduk işin doğrusu. Aracımız yanımızda olmadığından bizlerde orman yolu içinden giderek geldiğimiz noktaya doğru yola koyulduk.


Biraz yorucu oldu fakat geçtiğimiz yerlerdeki akarsular güzel ve doğal manzara oluşturuyordu.


Bizler dönene kadar saat 8:00'e yaklaşıyordu. Maçka'da bulunan Hamsiköy'ün sütlacını yemek için gidecektik fakat gerek kızım Defne'nin rahatsızlığı, gerekse işlerimiz sebebiyle İstanbul'a dönme kararı aldık. Daha programımızda gideceğimiz bir çok yer vardı aslında. Oralara bu kadar yakın olupta gidememek içimize dert oldu aslında. Rize, Ayder, Çamlıhemşin, Artvin ve hatta 15 TL karşılığında Batum'a dahi gitmeyi planlıyorduk. Ne yapalım kısmet değilmiş diyerek ve istemeden de olsa dönüş yoluna girdik. Vakit geç olduğundan Ordu'daki Royal 52 Otelde konakladık. Ertesi gün kahvaltı yapıp yaklaşık 1100 KM'lik yolu tek seferde gelerek sağ salim evimize kavuştuk. Bir başka gezi anısında görüşmek üzere...

TRABZON - UZUNGÖL - SÜMELA MANASTIRI

13 Ağustos 2015 Perşembe

ORDU - GİRESUN

ORDU - GİRESUN

Amasya gezimizi takiben çıktığımız Ordu gezimiz için Tokat, Erbaa, Niksar yolunu seçmiştik. Yol çok virajlı ve hız yapmaya uygun değildi. Vaktimizin çoğu bu yolda geçti diyebilirim. Ordu sınırlarına yaklaştıkça Karadeniz iklimi kendini hissettirmeye başladı. Bazı yerlerde bulutların üzerine çıktığımız bile oldu.


Karadeniz sahil yoluna ulaştığımızda Fatsa Ordu otoyolu yerine eski yoldan giderek burada bulunan Yason Kilise'sini ziyaret ettik.


Gittiğimizde günlerden pazartesiydi ve şansımıza bugün kilise ziyarete kapalıydı. Etrafında biraz oyalanıp yolumuza devam ettik.


Burada bulunan diğer turistik yer ise Hoynat Adası. Yason Kilisesinden Ordu'ya doğru gidince zaten Hoynat adasını görüyorsunuz. Bana sorarsanız Yason Kilisesi ve Hoynat Adasını görmek için yolunuzu değiştirmeyin derim. Hoynat Adası sanki zorla turistik yer yapılmış gibi sadece kayalıktan ibaret. Belkide Karadeniz'de ada sayısı sınırlı olduğundan bu derece önemlidir burası bilemedim.


Karadeniz sahil yoluna girerek Ordu'ya ulaştık. Şehre girer girmez sahil yolundan Boztepe'ye kadar ulaşan teleferik karşılıyor bizleri. Resimlerini görmüştüm fakat gerçeği gerçekten çok yüksekti. Resim çekilmek için Belediye buraya çalışmayan bir teleferikte koymuş. Biletler kişi başı 6 TL, Öğrenci 3 TL. Hafta sonu olursa 1'er TL fark ödüyorsunuz. 



Aynı biletle hem çıkıp, hem iniş yapabiliyoruz. Teleferiğe binmek için platformda sıraya giriyoruz. 8 kişilik fakat genelde 5-6 kişi olarak binilmesi için görevliler ayırıyor insanları.


Gittikçe yükseliyor ve heyecanlanıyoruz. Dakikalar sonra zirveye ulaşıyor ve o müthiş manzaranın keyfine varıyoruz.


Manzaraya karşı bir çok yeme-içme tesisi var. Magnet koleksiyonum için hediyelik eşyacıdan alışverişimizi yapıp buradaki kafeteryada çay molası veriyoruz.


Bizler buradayken etrafımızı bulutlar sarmaya başlıyor. Ağaçların içinden gelen sis bulutları bir süre sonra etrafı epeyce kaplayıp değişik manzaralar gösteriyor bizlere.


Manzaranın keyfini sürmek için etrafı dolaşıyoruz. Paraşüt ile atlamak için platformda var burada. Dakikalarca manzaraya dalıp gidiyoruz.


Defneciği gönlünden fetheden minik bir park buluyoruz. Dakikalarca burada oyunlar oynayıp son olarak annesiyle trene biniyor güzel kızımız.


Dönüş vakti geliyor ve teleferiğe binip tekrardan şehre dönüyoruz. Teleferikten aşağıya doğru inerken çektiğim videoda ne kadar yüksekte olduğumuz daha iyi gözüküyor.



İnmeye yaklaştığımız son metrelerde evlerin çatısına paralel geçiyoruz. Şehri kuş bakışı bu kadar yüksek görmek mutlu etti bizleri.


Yolumuza devam edip Trabzon'a ulaşmaya çalışıyoruz. Yol boyunca defalarca tünelden geçiyoruz. 


Giresun'da pek fazla dolaşacak yer yok. Hani gelmişken kalesine çıkalım dedik. Şehrin içinden daracık yollardan geçerek zar zor ulaştığımız Giresun kalesinin artık görmeye alıştığımız sıradan manzarasıyla resim çektirip yolumuza devam ettik.


Kilometreler sonra Trabzon'un Akçaabat ilçesine ulaşıyoruz. Akçaabat'a kadar gelipte köftesini yememek olmaz. Yol boyunca reklam tabelalarını gördüğümüz Saray restorantta yemek için mola veriyoruz. Köftesi ince ve çok lezzetliydi. 3 kişi için 54 TL hesap ödeyip yolumuza devam ediyoruz.


Trabzon'a ulaştığımızda hava kararmaya başlamıştı. Şimdi yazarken rahat yazıyorum fakat otel konuşunda epey sorun yaşadık Trabzon'da. Abartısız 15 tane otel dolaşmışımdır ve hepsine yer yok yok yok. Olanlarda çok uçuk fiyat söylediklerinden şehrin biraz daha ilerisinden boş yer bulacağız ümidiyle gidiyoruz. Pek işlek olmayan, deniz kenarı ve benzinlikten başka bir şey bulunmayan bir yerde Arsen oteli buluyoruz. Çok yorgunduk. Selam verip direk içeri girdim ve 3 kişi için kahvaltı dahil en uygun odasını sordum. 180 TL'ye anlaşıp odamıza çekildik. Otelde Arap müşteriler çoğunluktaydı. Benzinliğin marketinden atıştıracak bir şeyler alıp odamıza çekildik. Yorgunluktan uyumuşuz hemen.



ORDU - GİRESUN

10 Ağustos 2015 Pazartesi

AMASYA

AMASYA - 2015

Kastamonu'dan çıkıp akşam geç saatlerde ulaştığımız Amasya Yeşilırmak boyunca yan yana dizili konaklarıyla, konumuyla ve ışıklandırmasıyla beğenimizi kazanmıştı. Gelir gelmez kalacak yer bakmaya başladık ve Amasya öğretmen evini gördük. Edindiğim bilgiye göre öğretmen evlerinde yer olsa dahi yok denilebiliyormuş. Bende resepsiyondaki beye "Bebeğimiz var uzun yoldan geldik perişan olduk" dedim biraz dram yaparak istedim odayı. Normal bir şekilde isteseydim de verirler miydi bilemiyorum. Son 1 suit odası kalmış ve 147 TL'ye kahvaltı dahil odayı tuttuk.(150 TL olsaydı ne yapardık :) )


Odamız son derece rahat ve ferahtı. Olması gereken her şey gayet muntazam yapılmıştı. Odaya yerleştikten sonra şehri keşfetmek için dışarı çıktık. Irmak boyunca dizili konakların belirli sürelerde renk değiştiren ışıkları hoş bir manzara oluşturuyordu.


Yol yorgunluğu ve açlıktan kendimizde değildik aslında. Duyduğum kadarıyla burada Çınaraltı restorant meşhurmuş konumu çok kolay bir yerde zaten görülmemesine imkan yok. Çorba, salata ve köfte yiyerek açlığımızı bastırdık. (3 kişilik hesap 71 TL tuttu)


Irmak kenarında bir süre yürüyüp resimler çektik.

Vakit iyice geç olmuştu ve yorgunduk. Otelimize gidip uyuduk. Sabah otelin açık büfe güzel kahvaltısıyla güne başladık. İyice dinlemiş ve Amasya'yı bir de gündüz gözüyle görmek istemiştik. Odamızın bir kapısı direk ırmağa açılıyordu. Ailece burada resim çekilip odadan ayrıldık.


Yeniden Amasya sokaklarındayız. Akşamki güzelliği bir de gündüz görelim diyerek düştük yollara.


Orta karadeniz bölgesinde yer alan Amasya Osmanlı devleti zamanında bir çok padişah ve şehzadeye ev sahipliği de yapmış. Burası için şehzadeler şehri adını duymak mümkün. 19. yüzyıllarında Amasya'da doğduğu bilinen ünlü coğrafyacı Strabon ve yine bir çok tarih adamının heykel figürleri yol boyunca dizilmişti.


Amasya'nın ara sokaklarında bir çok tarihi konak gördük. Buzdolabı magnet koleksiyonum için hediyelik eşya satan yerlerden alışveriş yaptık.


Kaya mezarlarını görmek için gösterilen yerden yukarı doğru çıkmaya başladık. Havanın sıcaklığı + Defneciği taşımak epey yordu beni. Zirveye doğru yavaş ve emin adımlarla çıktık :)


Yükseldikçe ırmak kenarına kurulmuş olan Amasya bütün güzelliklerini sergilemeye başladı bizim için.


Kızım ellerini açıp poz verince bizde resim çekildik.


Diğer tarafta Kızlar Sarayı denilen bir Kafeterya vardı. Yukarı çıkmak bizi epeyce yormuştu. Yorgunluğumuzu en iyi limonata alır diyerekten 3 tane limonata söyledik. Tanesi 5 TL'ydi fiyatı biraz pahalı ama tadı güzeldi. Defnecik çok susamış olacak ki hepimizin bardağından azar azar içmeye başladı.


Limonata içerken tren sesini duymasam o koskoca tren yolunu farketmiyecektim :)


Amasya'nın elması meşhur olduğunu biliyoruz. Küçük bir marketten tadımlık bir kaç tane elma aldık. Çok fazla elma seven birisi olmayan ben saniyeler içinde elmayı bitirdim :) 
Aklımdaki yerleri dolaşma telaşesindeyim. Şimdi hedefimiz Amasya Arkeoloji Müzesi. Burayı benim için cazip kılan eskiden yaşayan insanların mumyalanmış cesetlerini görmekti. Müze 2 katlı birinci katında eski zamanlarda kullanılan çanak çömlek para ve takı gibi eşyalar ağırlıktaydı.


Defnecik rahat durur mu hiç ? Müzeyi geniş buldu heralde bir o yana bir bu yana koşturması annesiyle resim çektirmesiyle son buldu :)


2.katta ayrı bir odaya yapılmış mumya odasını gördük. İnanın hiç iç açıcı değildi. Bu insanların bir zamanlar yaşadığını bilip bu şekilde olduğunu görmek tuhaf duygular bıraktı bende...


Odayı komple kameraya çektim. 


Buradan sonra Ordu'ya gidecektim. Fazla vakit kaybetmeden güzergah planları yapmaya başladım. Ordu'ya ya Merzifon Samsun yolu üzerinden yada Tokat Erbaa Niksar yolu üzerinden gidecektim. Ben 2.yolu tercih ettim çünkü bu yol üzerinde Borabay Gölü vardı. Merkezden yaklaşık 50 Km kadar uzakta yolumuzun üstü sayılır diyerek girdik yola. Tabelaları takip ederek ulaştık. Otomobil için giriş 9 TL bana pahalı geldi. Fakat içeride neler olup bittiğini görmek istediğimden girdik. Gölün rengi doğa rengi yeşildi. Güzel ve göze hoş gözüküyordu.


Burası günü birlik uğrayıp gidilecek bir yer değilde mangalcıların mekanıydı. Anlayacağınız buraya boşuna gelmiştik. Ne mangal yapacak malzememiz ne de vaktimiz vardı. İçeride küçük bir restorant var ama acıkmadığımızdan oturmadık. Göl içinde deniz bisikleti ve kano gibi hizmetlerde var.


Ve Amasya maceramız burada son bulur Ordu'ya doğru yola çıkılır.


AMASYA