4 Eylül 2017 Pazartesi

ERDEK

Kuşadası Palmin Hotel'den ayrılıp aklımdaki 2 rota için karar vermem gerekiyordu. Yıllardır gitmek istediğim Avşa adasına mı gitsem yoksa Didim-Akbük'e mi insem diye kararsız kaldım. Daha fazla güneye inmek yerine İstanbul'a yakın olan Avşa adasına gitmeyi uygun gördük. Çocuklu bir aile olduğumuzdan arabalı vapur ile gitmemiz gerekiyordu. Erdek'te öğlen 15:00 ve akşam 20:00 de olan arabalı vapurlar için yola çıkmıştım. Çok fazla mola vermeden yol çıksam da saat 15:00 deki arabalı vapuru kaçırdık. Bizde nede olsa vaktimiz var diyerek arabayı limana Avşa'ya gitmek üzere park ettik. Hem biraz Erdek'i tanıyalım hemde karnımızı doyuralım diye başladık dolaşmaya.


Bir yandan yemek yerken bir yandan da telefonumu kurcalıyordum. Birde ne göreyim. Bir arkadaşımın daha Erdek'te olduğunu gördüm. Hemen telefon edip nerede olduğunu sordum. Otellerin olduğu plajdaymış. "Yemekten sonra geze geze geleceğim görüşebilirsek görüşelim" diye kapattım telefonu. Tarif ettiği yere kadar güzel mekanlar ve hediyelik eşya satıcıları gördüm. Plajın başladığı girişe ulaştık.


Akşam saatleri olduğundan çok fazla kalabalık değildi. Denize karşı sırayla dizilmiş 100'lerce şezlong güzel manzaralar oluşturdu gözümüze. 


Palmiye ağaçlarının yolu serinleten manzarası da hoşuma gidince eşime acaba Avşa'ya gitmek yerine burada mı kalsak diye fikir danıştım. Meğerse o dünden razıymış :) Akşam 20:00'de bineceğimiz arabalı vapurun Avşa'ya ulaşması gece 23:00'ü buluyormuş. Yanımızda bir çocuk bir bebek çok zor olur diyerek rastgele 1-2 otele fiyat sormak için gittim. İlk gittiğim otel 3 gün konaklama şartımız var diyerek benim 2 günlük isteğimi reddetti. Sanki 5 yıldızlı otel işletiyorlar sevmedim bu durumu. Oradan ayrılıp hemen yandaki Tuana Otel'e gittim. Girişteki bayan çok güzel karşılayıp gönlümüzü kazandı. Kahvaltı - Akşam yemeği, plajda şezlong şemsiye dahil 2 gün için 450 TL'ye anlaştık. Aslında buraya göre pahalı olduğunu biliyordum ama çocuklar varken daha fazla araştırma yapamadım.


Amacımız gezmek olduğundan hiç odaya dahi bakmadan tuttuk burayı. Yani bir otel ne kadar kötü olabilir ki ? Pimpirikli bir yapıya sahip olmadığımızdan herşeyi hoş görü ile karşılayabiliyorduk. İlk kez bir oteli bu kadar sevmedim desem yeridir. Duvarlar yıkık dökük, Odalar aşırı eski, çocuğa çizgi film açayım deseniz yok, 3 taneden başka kanal yok TV'de, İnternet deseniz çekiyor gibi gösteriyor bir kaç saniye video izliyorsunuz sonra kesiliyor, Sıcak su kesinlikle akmıyor, Duş yeri kırık elimde tutarak duş almak zorunda kaldım vs. Bu kadar olumsuzluğa rağmen yinede tatilin tadını çıkartmak için moral bozmadık. Tek memnun olduğumuz şey balkonun manzarasının direk denizi görüyor olmasıydı! 


Otele girişimiz akşam saatlerinde olduğundan yemek için açık alana indik. Yemekler fena değildi diyebilirim. Çeşitte yeterliydi. Her şeyin açık büfe olması da cabası tabi. 


Yemekten sonra boydan boya sahili dolaşmak için dışarı çıktık. Gezip güzel manzaralar yakalamak mümkün. Sahil akşamları cıvıl cıvıl. Bugünü yol yorgunluğu ile bu şekilde bitirip odamıza çekildik. Sabah güzel bir kahvaltının ardından en öndeki şezlongu kapmak için sahile koştum. Henüz çok fazla kişi gelmemiş sessizliğin ve denizin keyfini çıkarttım.


Marmara denizinde olmamıza rağmen denizin berrak olması beni şaşırtmıştı. İlk başlarda girdiğim deniz ilerleyen saatlerde kötü bir görünüm aldı ve denize girme isteğim kırıldı. Bizim çocuklar gece rahat vermediğinden uykumu tam alamamıştım. Şezlonga uzanarak saatlerce uyudum. Öğleden sonra magnet koleksiyonum için çarşı turu yaparak gezmeye çıktık.


Koleksiyonum için magnet aldıktan sonra açlığımızı giderecek bir şeyler yiyelim dedik. Erdek'te ne yenir yöresel bir yiyeceği var mıdır bilemiyorum ama hayatımda yediğim en güzel kumruyu burada yedim. Akşam saatlerine doğru sahil yolu iyice kalabalıklaşıyor. Bir çok eğlence mekanı akşam saatlerinde faaliyete giriyor. 


Sonuç olarak upuzun sahili olan, akşamları eğlenceli vakit geçirebileceğiniz bir çok mekana sahip Erdek deniz için her zaman uygun olmayabiliyor. Otel seçiminide iyi yapmakta fayda var. Sonraki rotamız Tirilye. Hoşçakalın...

ERDEK

TİRİLYE - MUDANYA

Erdek'te geçirdiğimiz 2 günün ardından rotamızı Tirilye'ye çevirdik. Yaklaşık 2 saatlik yolculuğun ardından Tirilye tabelaları karşıladı bizleri. 


Tirilye için son yıllarda küçük şirin çarşısı ile adını duyurmuş bir sahil kasabası desem sanırım yanlış söylemiş olmam. 2 şeritli yollarda zeytin ağaçlarının yanından aheste aheste geçerek ulaştık buraya.


Yol kenarına park etmek sorun olabildiğinden aracınızı direk limana park etmek daha mantıklı olacaktır. Limanda güzel fotoğraflar çekebileceğiniz manzaralar mevcut. 


Peki Tirilye'de ne yenir? Ne alınır? Nereler gezilir? Tirilye bir sahil kasabası olduğundan liman boyunca bulunan balıkçılardan midenize ziyafet çektirebilirsiniz.


Sahil tarafında bulunan Tirilye haritasından konumunuzu ve gezilip görülecek yerleri keşfedebilirsiniz. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama yoldaki tabelalar TİRİLYE diye yazarken bu harita TRİLYE diye yazıyor. Doğrusunu bende bilmiyorum :)


Fazla uzun olmayan sahilinde dolaşarak limandaki gibi balıkçı restoranlarını tercih edebilirsiniz. 


Yol bitiminde denize girmek için küçük bir alan mevcut fakat temizliği tartışılır sonuçta burası Marmara denizi.


Erdek gibi denizi temiz gözükse de çokta yakından öyle olmadığı aşikar. Zaten dönüş yolunda olduğumuzdan deniz derdimizde yoktu işin açıkçası... Gelelim Tirilye'nin en ilgi çeken yerine. Hediyelik eşya satan dükkanlar rengarenk dizaynıyla hep ilgimi çekmiştir. Tirilye çarşısı adındaki bu şirin mekanda onlarca hediyelik eşya bulabilirsiniz.


Onlarca farklı aromadaki sabunlardan alarak hem sağlıklı hemde güzel kokulu sabunlar tercih edebilirsiniz. Geçen sene Şirince'den 10 farklı sabunu 10 TL'ye almıştım burada ise tanesi 3 TL. Boyutları hemen hemen aynı fakat biraz pahalı gibi.


Doğal tuz lambalarından alarak yine sağlıklı bir adım atabilirsiniz. Görüntüsü güzel geldiğinden fotoğrafladım fakat almadık.


Buralara kadar gelmişken özene bözene sürdürdüğüm magnet koleksiyonum için bir tane daha aldım. Yolun ilerisinde bulunan terk edilmiş kiliseyi baykuşların sardığını duymuştum. Pek uğurlu olmasa da burayla özdeşleşmiş olduğundan baykuş figürlü bir magnet aldım.


Kiliseyi görmeye gitmedik. Zaten manzarayı hemen hemen tahmin edebiliyorum. Sahil yolu üzerinde bulunan köylü pazarından zeytin almaya gittik. Burada da Gemlik gibi zeytincilik var.  Yarım kilo zeytin 10 TL. Ayrıca saf zeytin yağıda mevcut onunda şişesi 20 TL'ydi.


Evde günlük tüketebileceğiniz farklı yiyeceklerde mevcut. Yolum düşerse yöresel yiyecekleri yöresinden almaya özen gösteriyorum.


Kuşadası'ndan başlattığımız tatil turumuzu Tirilye ile tamamlamış olduk. Geri dönüş yolunda yine sahil boyunca güzel manzaralar yakaladık. 


Yalova'ya ne zaman ulaşacağımızı bilmediğimden deniz otobüsü için bilet almamıştım. Pendik'ten gelirken sorun yaşamadım fakat Yalova'dan Pendik'e giden feribotun 19:00'a kadar dolu olduğunu duydum. Saat henüz 17:00'e gelirken beklemek yerine körfezi dolanarak yaklaşık 2 saat içinde turumu tamamlayıp sağ salim evimize ulaştık...

KUŞADASI - PALMİN HOTEL

Yine bir bayram zamanı ve şehirden kaçış için kolladığım fırsatlardan birini yakalamış bulunmaktayım. 1 aydan beri rota oluşturmaya başlamıştım ki eşim "inşallah bu sefer oradan oraya koşturmalı bir rota çizmiyorsundur" diyerek bütün hevesimi içime gömdü. Tanıyanlar bilir kızım Defne yaramazlığının zirvesinde, oğlum Ege ise günün her saati ağlamak ile meşguller. Bu seferde eşimin dediği olsun diyerek başladık tatil sitelerinden her şey dahil oteller aramaya. Beğendiğimiz bir kaç otel arasından eleme yaparak Kuşadası'ndaki Palmin Hotel'e karar verdik. Benim içinde yeni bir deneyim olacak olan Palmin Otel ile 4 gece 5 gün için 1400 TL'den anlaştık. Son zamanlardaki favori içeceklerim arasında bulunan soğuk kahveleri yol boyunca içmek için geceden buzdolabına koymuştum. Onları sabah arabanın torpidosuna koyup saat 7:00 sularında yola çıktık.


Bu sene İDO deniz otobüslerinin fiyatlarında indirim yaptığı haberlerini duymuştum. Yıllar önce 65 TL'ye yaptığım yolculuğu bu sefer 47 TL'ye yaptım.


Kahvaltı yapmadan yola çıktığımızdan karnımız açtı. Vapurun kafeteryasından simit ve çay alarak açlığımızı bastırdık. 




Pendik İDO limanından başlayıp Yalova'ya kadar uzanan deniz yolculuğumuz 45 dk. kadar sürdü. Kahvaltı için kendimi Susurluk'ta bulunan Düzdağ tostçusuna saklıyordum. Ege tarafına her geldiğimde Susurluk Yörsan tesislerine uğrardım. Son yıllarda özellikle ayranının sıradan olması beni buradan soğuttu. Sıkı takipçisi olduğum BİZ EVDE YOKUZ gezgin çiftinin bir yazısında Düzdağ tostçusunun namını okumuştum. Susurluk tostu bilinenin aksine mihaliç peynirinden yapılıyormuş. Üzerine domates salçası sürerek servis ediyorlar. Tostun yanında domates ve biber ikram ediyorlar. Tostu kadar ayranın tadı da harikaydı! Köpüklü köpüklü ayranı içmeye doyamayacaksınız!...


Karnımızı doyurduktan sonra hiç mola vermeden düştük Kuşadası yollarına. Susurluk'tan yaklaşık 4 saat sonra Kuşadası tabelaları karşıladı bizleri.


Kısa bir süre sonrada nihayet Palmin Hotel'e vardık. Girişte güzel ve ilgili karşılandık. Otelin ön ve arka cephe olmak üzere 2 farklı türde odaları mevcut. Rezervasyon sırasında havuz cephesinden ve üst katlardan oda istediğimi özellikle belirtmiştim. Hiç bir sorun yaşamadan odamıza yerleştik. Balkondaki manzaramız güzel vakit geçireceğimizin habercisi gibiydi.


Otelde sabah, öğle ve akşam yemekleri açık büfe olarak veriliyor. Bunun yanı sıra öğle yemeğinden sonra snack ikram adı altında fast food tarzı ürünleri havuz kenarında alabiliyorsunuz. İçecekler gün boyu ücretsiz. Gittiğimizde öğle yemeğini kaçırdık fakat snack ikram ile yeterince doyduk.


Ben ve kızım Defne bir kaç saat havuzda oyunlar oynayarak geç saatlere kadar eğlendik. Tesis içinde buhar odası, sauna, jakuzi, masaj salonu, kuaför, kapalı havuz, spor salonu, mini market, takı dükkanı, Tv odası, kadınlar plajına gün boyu servis ve Türk hamamı mevcut. Öğleden sonra giriş yaptığımızdan ilk günümüzü neyin nerede olduğunu keşfederek geçirdik. Kapalı havuzda kimseler yok iken bir süre burada yüzdüm.


Akşam saatlerinde onlarca çeşit yemekten dilediğimizi yedik. Hepsi lezzetli ve bazısı ilk kez gördüğümüz yemek türleriydi. Hiç bir şeyden kısılmamış yaklaşık 100 çeşit yiyecek vardı.


Günün gecesinde balkonumuzdaki manzaramız da mutlu olmamıza yeterliydi.


Ertesi gün yol yorgunluğunu atmış olmanın huzuruyla daha enerjik olarak uyandık. Sıkı bir kahvaltının ardından aquapark kaydıraklarına gittim. Daha önce kullanmadığımdan ilk önce turuncu kaydırağa binmem tavsiye edildi. Sonrasında diğerlerine binerek eğlenceli vakit geçirdim.


Otelin sabah saatlerinde başlayıp akşama kadar uzanan sıkılmayacağınız bir çok aktivitesi mevcut. Benim en zevk aldığım havuz içindeki voleybol oyunuydu. Eğlence ekibinden gelen bir arkadaş hakemlikte yapıyordu.


Bunun gibi havuz içinde maç, dart oyunu, kayık üzerinden düşürmece gibi farklı oyunlarda yapılıyor. Bu aktiviteler gün boyu yapıldığından sıkılacak vaktiniz olmuyor. Çocuklar için ayrı havuz olmakla birlikte eğlenceli ve yine aktiviteli zaman geçirebilecekleri çocuk oyun odaları mevcut. Kızım Defne bu eğlence odalarını çok sevdi.


Yüzme bilmediği için havuz içinde uzaklaşamayan Defne hanım ona aldığım şişme can yeleğiyle "artık tutmana gerek yok baba" diye özgüvenini gösteriyordu bana.


Karnımız o kadar toktu ki acıkmaya fırsatımız dahi olmuyordu. Artık yemekleri 1 öğün atlayarak yemeye başladık. Yorulunca da kendimize soğuk bir şeyler alıp yemek terasında yudumladık.


Otelin imkanları güzel olsa da Kuşadası gibi turistik bir yere gelip de gezmemek olmaz. Aktivite ve yemekleri bir kenara bırakıp, eşimle ilk evlendiğimde yaptığım ege turunda uğradığımız Zeus Mağarasına gittik.


Zeus mağarası Dilek yarımadasının hemen girişinde bulunuyor. 6 yıl öncesine kadar pek bir değişiklik olmamış burada. Sadece girişi biraz daha düzenli bir yol yapılmış. Giriş ücretsiz.


Zeus mağarası için bir kaç efsane duymuştum. 1.si gök tanrısı olan Zeus denizler tanrısı Poseidon'u kızdırdığında bu mağarada saklanıp dinleniyormuş. 2.si ise antik dönemlerde krallar toplantıdayken kraliçeler burada yüzüyorlarmış. Ayrıca su içindeki minerallerin cilt hastalığında olumlu etkileri olduğu söyleniyor. Mağaraya karşı şöyle bir öz çekim yapayım derken eliyle işaret yapan abiyede selamlar olsun bu arada :)


Zeus mağarasından sonraki durağımız Güvercin adasından kalkan tekneler. Gidenler bilir o yol üzerinde araç park edecek yer bulunmuyor. Mecburen otoparka bırakmanız gerekecek. Otoparkın saati 10 TL ve gecikirsek 20 TL olabiliyormuş. Bu zamana kadar hiç otopark ve yol kenarı parkına para vermeyen birisi olarak aracı güvercin adasının ilerisinde bulunan bir sokak arasına bıraktım. Eşim ve oğlumu limanda indirmiştim fakat kızım benimle gelmek istediğinden beraber yürüyerek geri döndük.


Kuşadası, Zeus mağarasında olduğu gibi tekne turunda da çizgisini bozmamış. 6 yıl önce yaptığımız mehtap turu adındaki tekne turu halen kişi başı 5 TL'ydi. 2 çocuk içinde para almayınca 4 kişi 10 TL'ye tekne turuna çıkmış olduk. Otoparktaki abiye selam olsun :) ...


1 saat kadar süren tekne turunda püfür püfür esen rüzgar bizleri rahatlatmıştı. 


Güvercin adasının etrafını turlayıp bir süre ege denizine açıldıktan sonra geri döndük. Müzik sistemi ilk başlarda vasat olan tekne meğerse sesini çok açmamış. Dönüşümüzün son 10 dk.sı gümbür gümbür müzik ile son buldu.


Dolu dolu geçirdiğimiz günün ardından otele geri döndük. Günlerdir yediğimiz fazla yemekten olacak ki bu seferde çabuk acıkmaya başladık. Yemeğin ardından her akşam önce çocuklar için müzik eğlencesi sonrada animasyon ekibinin gösterileriyle mest olduk. Ateş gösterisi ve Kenya show adındaki gösteriler fazlaca beğenimizi kazanmıştı. Bizlerde bir anımız olsun diyerek Kenyalı emekçi yoldaşlarımız ile fotoğraf çekildik :) 


Ailece istediğimiz gibi bir tatil geçirdik. Fakat 10 yıldızlı bir otelde olsa sürekli aynı yerde olmak beni sıkıyor. Benim gezip tozmam doğaya karışmam lazım :) 2 çocuk ile bu kadarını yapabildik. Fakat dönüş yolunda farklı rotalar çizeceğim kesin... Palmin'den selamlar...


KUŞADASI - PALMİN HOTEL

14 Ağustos 2017 Pazartesi

GÖKÇETEPE - İBRİCE DALIŞ MERKEZİ - MECİDİYE - ERİKLİ

Bu sene farklı rotalar denemeye karar verdim. Hemen her sene ege turu yapardım. Ege bölgesinin gönlümde gerçekten çok ayrı yeri var. Neden Trakya tarafına hiç gitmiyorum diye aklımdan geçirmedim değil. Tabularımı yıktım ve bir bilinmeze doğru yol almak için sabah 5 sularında kalktım. Yol arkadaşım yıllardır bana elektronik ürün getiren genç bir arkadaş. Yeni aracımla memleket hariç ilk uzun yolum olacaktı. Sabahın 5'inde bir benzinliğe giderek depoyu doldurdum ve Trakya maceramız başlamış oldu. (Araç 270TL'ye fullendi)


Beraber gideceğimiz arkadaşın adı Muhammed. Ben Maltepe'de o ise Başakşehir'de ikamet etmekte. 45 dk kadar sonra verdiği adresten kendisini alarak Edirne tarafına doğru yol aldık. İstanbul'dan uzaklaşmaya başlayınca büyük şehirde ne kadar çok zehirlendiğimi bir kez daha gördüm. Henüz Tekirdağ sınırlarına girmiştim ki, yol boyunca uzanan ay çiçekleri güzel görüntüler sergilemeye başlamıştı bile gözlerimize.


Kolay gibi gözükse de ay çiçekleri arasındaki bu anı yakalamak kolay olmadı. Fotoğraf çekilmek için farklı yerlerde dursam da önlerine kazılan derin hendekleri geçmek çoğu yerde imkansızdı. Sanırım bahçe sahipleri insanların sürekli topraklarına basmalarından sorun yaşamışlar ki bu şekilde bir önlem almışlar. 


İlk rotamız Saros Körfezindeki Gökçetepe Tabiat Parkı. İstanbul Anadolu yakasından yaklaşık 300 km uzaklıkta. E5 yolu boyunca gidip Keşan Gelibolu Çanakkale yolu üzerinden ayrılıyoruz. Yolu takip edersek fotoğrafta gözüktüğü üzere Yunanistan karşılayacak bizleri... Yaklaşık 3 saat süren yolculuğumuz ardından Gökçetepe Tabiat Parkı girişine ulaştık. İçeri giriş günlük 40 TL ve araç içinde ayrıca 20 TL alıyorlar. 2 gün için toplamda 100 TL ödeyerek içeri girdik.


Hafta sonuna denk gelmemizden dolayı içerisi oldukça doluydu. Çadırda konaklayacağımız için gölge güzel bir yer bulmaya çalıştık. Kafamıza yatan en uygun yere de çadır ve yataklarımızı kurduk. 


Yerleşme işi bittikten sonra sıra kahvaltıya geldi. Kamp için katlanır sandalye ve masa vazgeçilmez kolaylıklardan. Tabiat parkının hemen girişinde bulunan fırından birkaç tane simit ve poğaça aldık (17 TL). Diğer yiyecekleri bir gün öncesinden marketten almıştık zaten(Ortalama 80 TL). Pratik yiyeceklerle ormanın ortasında keyifli bir kahvaltı yaptık. 


Hemen size Gökçetepe Tabiat Parkı ile ilgili bir kaç bilgi vereyim. Giriş ücretlerinden bahsetmiştim. İçeride ortak kullanım Prefabrik tuvaletler var. Tahmin edileceği gibi temizliği çok iyi değil. Eğer yolunuz düşecekse mutlaka kağıt havlu ve tuvalet kağıdı bulundurun. Etrafı taş ile çevirip üzerinde mangal yapmanıza karşı uyarı anonsları yapılıyor. Yerden yüksek ayaklı mangallık bulundurmanızda fayda var. Belirli aralıklarla bazı noktalara elektrik panoları koymuşlar. Yanımdaki arkadaşın daha önceden tecrübesi olduğundan sarmalı uzatma kablomuz vardı. Çadır kuracağınız noktaya göre 10 ila 100 metre arasında elektrik uzatmasına ihtiyacınız olabilir. Eğer yakınınızdaki çadırın prizinde boşluk varsa başkasından da elektrik alabilirsiniz... Bu keyifli ortamın keyfini çıkartmaya geldi sıra! 2 ağaç arasına kurduğumuz hamakta sallana sallana kuş cıvıltılarını dinlemek büyük huzur veriyor insana.


Akşam saatlerine doğru Tabiat parkının alt tarafında bulunan denize geçtik. Deniz içinde bulunan platformdan atlayış yapılabiliyor. 


Deniz fazlasıyla tuzlu ve benim gibi yüzmeye tam alışamayanlar için ideal. Hiç yüzme bilmeyenler bile kolayca öğrenebilir. 


Malumunuz deniz insanı acıktırıyor. Hava kararmadan mangalımızı yakalım dedik. Etrafta bolca çalı çırpı bulunuyor. Sucuk ve köftelerimizi ızgaraya dizip pişirdik. 


Akabinde önce gözlerimiz sonra midelerimiz bayram yerine döndü :) Acaba evde yapsaydık yine bu kadar lezzetli olur muydu diye sorası geliyor insanın :) ... Artık hava karardı küçük sohbetlerin ardından doğa galip gelerek uykuya yenik düştük :) Şişme yatağım ev konforunda bir uyku sağladı bana. Hiç rahatsız olmadan sabahın ilk saatlerine kadar deliksiz uyudum. 


Bir süre şekerleme yapıp Muhammed'in uyanmasını bekledim. O sırada etraftan gelen kuş cıvıltıları arasında uyanmayı inanın hiç bir şeye değişmezsiniz! Abartmıyorum! İş yok, stres yok, kalabalık yok, bağırıp çağıran yok vs. Bunlar yerine huzur var, meditasyon var, kuş cıvıltıları arasında ruhunuzu dinlendirmek var.


Artık yavaş yavaş kalkıp kahvaltı hazırlamanın vakti geldi bile. Etrafı toplayıp masamızı kurmaya başladık.


 Ege kıyıları hep bana Yunan müziklerini hatırlatır. Buraya gelmeden bir kaç gün önce telefonuma yüklediğim program ile kolayca yunan müzikleri dinledim. Özellikle yunan taverna müzikleri çok keyif verir bana. Pratik kahvaltılıklar ve yunan müzikleri eşliğinde harika bir kahvaltı ile başladık güne. 


Kahvaltıdan sonra deniz kenarına inip yüzdük. Yanımızda getirdiğimiz şişme bot ile kıyı boyunca kürek çekerek sahili bir de denizin ortasından görme şansımız oldu.


Sahilde bulunan küçük kafeteryada buz gibi limonata içip serinledik. Etrafı bir süre fotoğrafladık ve sonra ziyaret etmek istediğimiz yerler arasında bulunan İbrice Dalış Merkezi, Mecidiye ve Erikli'ye gitmeye karar verdik.


 Buralara 2 farklı şekilde ulaşılabiliyor. 1.si geldiğimiz otoyolu geri dönüp Keşan yolundan Mecidiye yoluna girmek. 2.si ise Gökçetepe Tabiat parkının hemen arkasından giden bozuk yoldan gitmek. Aracıma biraz acıyarakta olsa bozuk yoldan gitmeye karar verdik. Navigasyona göre geri dönüp Mecidiye'ye ulaşmamız 60 km. Fakat tabiat parkının arkasından giden yol sadece 10 km. 


Çok fazla hız yapmadan yavaş yavaş yola girdik. Daha yolun başında karşı taraftan gelen bir aracı durdurup yolun durumunu sorduk. Gidilmeyecek kadar kötü değil diye söyleyince yola devam ettik. Tepeden Göktepe Tabiat Parkının sahilini fotoğraflama şansı bulduk. 


Gitgide berraklaşan deniz bizi kendine hayran bıraktı. Yol boyunca hoş manzaralar yakalayarak yolumuza devam ettik. 


Nihayet medeniyete ulaşıp asfaltlı bir yola girerek İbrice Dalış Merkezine geldik. Burada alkollü bir mekan ve balıkçıdan başka bir şey yok. Henüz dalıştan yeni gelen gruptakiler heyecanla gördüklerini birbirlerine anlatıyorlardı. Acaba ben yapabilir miyim diye aklımdan geçirdim fakat kendimi hazır hissetmedim.


İbrice'den çıkıp Erikli yolu üzerindeki Mecidiye'ye doğru yol aldık.


 Mecidiye yolu üzerinde duyduğumuz İtalyan Koyu'na gitmeye karar verdik. Yine kısa tozlu topraklı bir yola girerek İtalyan koyuna ulaştık. Maalesef insanlarımız buraya çöplerini bırakıp gitmiş. Bize ne zaman medeniyet vuracak meçhul! O güzelim koya ve kumsala yazık olmuş. Hiç eşyalarımızı indirmeden bu pis yerden geri döndük.  Ana yola girip hemen yakınındaki Mecidiye sahiline doğru yola koyulduk.


Aracımızı uygun bir yere park ederek sahile ulaştık. Yanımızda getirdiğimiz güneş şemsiyesi ve havlu gibi eşyalarımızı plaja serdik.


Metrelerce uzaklaşmamıza rağmen boyumuzu geçmeyen berrak deniziyle Mecidiye sahilini çok beğendim. Şimdiye kadar hayatımda gördüğüm en temiz ve en berrak deniz Datça Palamutbükü'ndeydi. O listeye Mecidiye'de dahil oldu. İstanbul'a yakın alternatif deniz arıyorsanız denizine sonuna kadar kefilim. Hafta sonları veya günübirlik bile aileniz veya arkadaşlarınız ile rahatça gelebileceğiniz bir mekan.


Yeterince denizin keyfini çıkarttıktan sonra Erikli'ye gitmek üzere yola çıktık. Kısa bir yolculuğun ardından uygun bir yere aracımızı park edip yürüyerek gezmeye başladık. Gittiğimizde henüz öğlen saatleri olduğundan çok fazla hareket yoktu. Sahil boyunca uzanan dükkanları dolaşarak hediyelik eşya satılan alana geldik.


Bilenler bilir buzdolabı magnet koleksiyonuma bir yenisini daha eklemek için buradaydım. Gittiğim her turistik yerden illaki 1 tane magnet alırım. Bu yüzden gittiğim yerlerde gözlerim hediyelik eşya satıcılarını arar. Eriklinin simgesi kılıç balığıymış. Bende yöreye özel bir tasarım alarak koleksiyonuma ekledim.


Gördüğümüz kadarıyla Erikli'nin Rumeli Dondurmacısı meşhurmuş. Adamlar yoğurtlu dondurma dahil onlarca farklı lezzet sunmuşlar (Dondurmanın topu 2 TL).


Etrafta Bim ve A101 gibi bilinen marketler var. Akşam için alışverişimizi yapıp yine aynı bozuk yoldan dönüş yoluna girdik.


Güneşin batmasına yakın mangalımızı yakarak akşam yemeği için hazırlıklar yaptık. Yine etraftan küçük odunlar toplayarak mangalımızı yaktık.


 Yorgunluğun üstüne mangal bir gidiyor ki sormayın :)


Akşam hamakta günün yorgunluğunu atarken Gökçetepe Tabiat Parkı'nın facebook hesabından bizim resimlerimizi paylaştığını gördüm. Telefonuma tanımadığım 3 ayrı kişiden mesaj geldi. Burası hakkında bazı sorular sordular. Elimden geldiğince dilim döndüğünce cevaplamaya çalıştım. Gece geç saatlere kadar bekleyip cırcır böceklerinin melodisi ile uykuya daldım... Ertesi gün hafif bir kahvaltının ardından eşyalarımızı ve çadırımızı toplayarak İstanbul'un yolunu tuttuk. Tekirdağ yolu üzerinde bir kaç tane Köfteci var. Bunlardan en meşhur olanı Özcanlar Köftecisiymiş. Buralara kadar gelip de  Tekirdağ köftesi yememek olmazdı tabi. 


Biz özcanlar special adlı menüden sipariş ettik. Yanına içecek, patates kızartması, piyaz ve tatlı ile birlikte toplamda 80 TL hesap geldi. Menüsü doyurucuydu tavsiye edebilirim. Her ne kadar yediklerimiz ile doysak da Muhammed'in tavsiyesi üzerine hayrabolu adındaki tatlısını da denemeden edemedik. 


3 koca güne sığdırabildiğimiz bunlar. Umarım okuma zahmetine giren kişiler keyif almışlardır. Kabuğunuzu kırıp memleketimizin farklı yerlerini keşfedin. Hayatın kısa olduğunu aklınızdan çıkartmayın ve ilk fırsatta nefes alacak yeni güzel ortamlara gitmeyi unutmayın. Selam ve sevgilerimle...

GÖKÇETEPE - İBRİCE DALIŞ MERKEZİ - MECİDİYE - ERİKLİ