8 Nisan 2016 Cuma

SAPANCA - KUZULUK KAPICALARI - ABANT - GÖYNÜK - ÇUBUK GÖLÜ - TARAKLI

Selamlar, sevgiler, saygılar... Bu sene İstanbul'dan uzaklaşıp OH BEE diyeceğimiz bir gezi ile başlıyoruz yolculuğumuza. Eşyalarımızı toparlayıp yola çıkıyoruz. Beni tanıyanlar bilir gideceğim yere direk gitmek huyum değildir. Mutlaka yol üzerinde uğranacak bir yerler bakarım. İstanbul'a 1.5 saat uzaklıkta olan ve defalarca yanından geçmiş olmama rağmen hiç uğramadığım SAPANCA ile rotamızı başlatıyoruz.


İşin açıkcası buraya gelirken beklentilerim daha çoktu. Mart ayında gitmiş olmamızdan sebep sezon açılmadığı için bizim Maltepe sahilini andıran bir görünümdeydi Sapanca gölü.

Pekte uzun olmayan sahil yolu boyunca hediyelik eşya satan dükkanlar ve cafe restorantlar mevcuttu. Mart ayı olmasına rağmen yinede kalabalık denecek kadar kişi vardı Sapanca gölünde .


Başladık göl kenarındaki sahil yolunu turlamaya. Cancağızımla bir öz çekimimizde olsun değil mi :)


Az ileride sapancı baba diye bir efsaneden söz eden heykeller vardı. 
Kızım Defne üşümüş ve uykusu gelmiş bir şekilde poz verdi.


Sıra sıra dizilmiş restorantlardan birine girip hem biraz ısındık hemde kızımın en çok sevdiği içecek olan ayran ile gözleme yedik. (3 Ayran + 3 gözleme 21 TL)


Sanırım sapanca yazın kahvaltı mekanları ile daha güzel olur fakat ben umduğumu bulamadım diyebilirim. Geri dönerken çok tanıdık gelen birini gördüm fakat kim olduğunu hatırlayamadım. Yanımdan geçenlerden sonradan duydum ki eski Beşiktaşlı futbolcu Serdar Özkan ' mış o kişi :) Daha fazla 'zorla' gezecek yer aramayalım diyerek hedefimiz olan kuzuluk kaplıcalarına doğru yola koyulduk. Annem ve babam bizden bir kaç gün önce gelmişlerdi. Ne yalan söyleyeyim kaldığımız devremülkün penceresinden dağa bakan manzarasını özlemişim.


Günün akşamında termal suya girerek hem ısındım hemde yorgunluğumu attım. Bir süre sonra çarşıya çıkıp gezmesini özlediğim sokaklarda dolaştık eşimle.


Ertesi gün uyandığımda kuş cıvıltıları ve dağ esintisi ile uyanmak inanın paha biçilemez. Hafif bir kahvaltının ardından kızımla dolaşmaya çıktık. (Pepe'sini de hiç bırakmaz) :)


Öğle saatlerine doğru geçen sene sıkça ziyaret ettiğimiz Dereağzı tesislerine uğradık. Yemekleri gerçekten güzel ve fiyatları uygun. 


Ne yiyeceğimize karar verene kadar boylu boyunca dere kenarına uzanmış yerlerde bol bol fotoğraf çektik.


Karnımız iyice acıkmıştı. Karışık ızgara ve pideden oluşan bir menü söyledik. Menüden önce verilen ikramlar büyük ölçüde doyuruyor zaten.


Çok şükür iyice doyduk ve Kuzuluk'a geri döndük. Ertesi gün için yakın civarda gezilecek yer bakıyordum. Abant bunlardan birisi... Kuzuluk Kaplıcalarına 75 km uzaklıktaki Abant Gölü için yola koyulduk.


Yaklaşık 40 km anayoldan gittikten sonra Taşkesti ilçesine ulaşıldığında Abant tabelaları karşınıza çıkıyor zaten. Taşkesti ile Abant gölü arasındaki yemyeşil köy yollarından geçtik.


Abant gölüne tırmandıkça etrafta halen kar olduğunu gördük. Yüksek rakımdan olacak ki t-shirt giyerek geldiğim yolu mont ile tamamladım.


Nihayet Abant gölü gözüktü aracımı uygun bir yere park ettim fakat arabadan hiç çıkmak istemedik desem yeridir. Çok keskin bir soğuk vardı.


Eşim ve ben göl etrafını dolaşırken, annem ve babam kızım Defne'yi üşütmemek için az ilerimizde bulunan köy ürünlerinin satıldığı kapalı alana geçtiler.

Bizde daha fazla dayanamayıp biraz dolaştıktan sonra buraya geldik. Sağolsun esnaf bir abla çay ısmarladı ve az da olsa içimiz ısındı. Eğer uğramadıysanız az ileride dondurulmuş hayvan müzesi olduğunu söyledi. Müzeye giriş ücretsiz.


Abant'ta bulunan çeşitli bitki ve hayvanların olduğu bir müzeydi burası. Defnecik içinde iyi oldu. Her gördüğü hayvan için "bu ne baba?" demesiyle dolaştık her yeri.


Oradan çıkıp araç ile gölün etrafında dolaştık. Göl seviyesinde metrelerce uzunlukta ahşaptan yapılmış patika yolda yürüyüş yaptık. Etrafı çalı ile dolu ve bakımsızdı. Keşke tam gölün üzerinde olsaydı burada pek temiz gözükmedi gözümüze.


Sanırım kışın tamamen kar olduğunda burası harika olur. Bu arada buraya girişin ücretli olduğunu duymuştum fakat sadece otobandan gelenler için ücret alındığını gördüm. Buraya 3 farklı yoldan ulaşım var. Bizler Taşkesti yolundan girdik ve herhangi bir ücret ödemedik. Yeterince dolaştıktan sonra kızım Defne'yi daha fazla üşütmemek için geri dönüş yoluna girdik. Son zamanlarda belim ağrıyordu bundan sonraki 4 günü Kuzuluk Kaplıcalarındaki termal suda geçirdim. İstanbul'a dönüş vakti geldiğinde ise ismini daha önce duyduğum Göynük'te bulunan Çubuk Gölü'ne gitmek için yola koyulduk.


Google mapste yolu yarıya indiren bir kestirme gördüm. Bir kaç km yol gittikten sonra köylünün birine yolun durumunu sordum. Yukarıdaki dağ yollarının kötü olduğunu ve sorun yaşayacağımı söyleyince yeniden ana yola döndüm. Yavaş yavaş Göynük semalarına geldiğimizde tarihi Osmanlı konakları karşıladı bizleri.


Ve nihayet Çubuk Gölü tabelaları gösterdi kendini. Ana yoldan 6 km yolumuz kalmıştı.


Gerçekten merak ettiğim kadar var mıydı burası bilmiyorum ama aklımda kalmasından iyidir değil mi? Çubuk köy'den geçerek ulaştık Çubuk Gölüne.


Buradaki köylüler şanslı bence doğası oldukça sessiz, huzurlu ve sakindi. Belkide İstanbul'un kargaşasından ben sıkıldığım için öyle gözüktü gözüme. Çubuk gölünü meşhur yapan bu köye yapılmış değirmenlerdir.


Bu değirmenler Rüzgarlı Bahçe adındaki dizi için yapılmış. Dizi tutmayınca sadece 5 bölüm çekilip kaderine terk edilmiş.


Yinede bu köye hoş bir görüntü verdiği söylenebilir. Değirmenler bakımsızlıktan kaderine terk edilmiş.


Sanırım 6 tane değirmen vardı ve bizden başkada kimseler yoktu.


Arabamı park ettiğim değirmenin kapısını iterek açtım. İçeride 4 tane yeni sayılacak koltuk vardı. 3 katlı ahşap merdivenli bir değirmen evdi burası. Bütün katları videoya aldım. Merak edenler buyursun...


Yeterince dolaştıktan sonra tekrar ana yola döndük. Artık iyice karnımız acıkmıştı. Yol güzergahımızda daha önce ziyaret ettiğimiz Taraklı vardı. Hem biraz dinleniriz hemde bir şeyler yeriz diyerek koyulduk yola.


Taraklı, termal su bakımından zengin yeni bitmek üzere olan büyük bir tesis ile meşhur olma yolunda ilerliyor. İlçenin merkezinde büyük bir kaç konak var. Hemen hepsinde de hediyelik eşya satıcıları.


Defneciğe küçük bir oyuncak alıp bu küçük ilçenin küçük çarşına attık kendimizi. Tahmin edileceği üzere doğal ve yöresel yiyecekler satan ablalar ve amcalar karşıladı bizi.


Daha önce buraya geldiğimde ziyaret ettiğim konakta bulunan bir amca tam 57 yıldır bu işle uğraşıyormuş. Amcayla kısa sohbetimizi izlemek için tıklayın...


Pek lokantaya benzetemediğim fakat camında çorba, salata, kavurma yazan küçük şirin bir mekanda birer çorba içip dinlendik.


Havanın kararmasına 2 saat kadar kalmıştı artık başka bir yere uğramadan İstanbul'a dönmem gerekiyordu. Sapanca gölü , Abant gölü , Çubuk gölü , Kuzuluk kaplıcaları derken son olarak Taraklı'da geçirdiğimiz günün ardından 'istemeyerekte olsa' evin yolunu tuttuk. Başka bir gezi anısında görüşmek üzere...

SAPANCA - KUZULUK - ABANT - GÖYNÜK - ÇUBUK GÖLÜ - TARAKLI